Deneme Yazı Örnekleri
ÖLÇÜ
İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor; kendiliğinden iyi ve güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu bazen öyle azgın bir tutku oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. Bazıları der ki,iyinin aşırısı olmaz çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil demektir. Kelimelerle oynamak diyeceği gelir insanın buna. Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır. Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da. Platon’da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek,başkalarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak bir hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz. Kallikles, doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek duygularımızı körletir; lüzumsuz bir inceleme ile bizi tabiatın güzel ve rahat yolundan çıkarır. (Kitap II, bölüm XXX) Düşüncede saplantı ve azgınlık en açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?
Bir ikilidir ağlamak ve gülmek. Ağlamak, sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir bence. Gariptir belki… Ama ben ne zaman ağlayan birini görsem, içim gerçekten acısa dahi bir miktar da sevinirim. Çünkü üzülmeyi becerebilen bir kişi, sevmeyi de bir o kadar iyi becerebilir. Çünkü,ağlayabilen bir insan gülmenin o mükemmel kıymetini belki de daha iyi anlıyabilir.
Bilirim ki, ağlayan bir kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Yüreği katılaşmamış, duyguları bitmemiştir. Hani derler ya, “Kalp ağlamazsa göz yaşı da akmaz…” İşte böyle bir şey… Sevindiğinizde, mutluluktan uçacak olduğunuzda nasıl kahkahalar atarsınız ya! Üzüldüğünüzde de dökülen gözyaşları bir o kadar değerlidir. Sinirli ve kibirli olduğumuzda, öfke ve intikam duygusu dolacağımıza, kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözlerimizle ağlama olgusu yerine getirmek belki de en iyisidir. Belki hakikati değiştirmez, ama… Kalbinizin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
Ağlayan bir kişi gördüğünüzde, ona samimi birkaç söz, birkaç dokunuş ya da uzatılan bir mendil ona yapılacak en büyük destektir. Bunlar, bin türlü sözcük, davranıştan belki de daha önemli, daha kıymetlidir..
Bence, ağlamak insanın insan olmasını gerektirdiklerinden biridir.
Ve… Ağlamakla gülmek olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende bulunan diğer zıtlıklar gibi.
Hayat ve Edebiyat
Hayatın en önemli gerçeği samimiliktir. Bu itibarla, hayat ile bağı olan edebiyat, mutlaka samimi bir edebiyattır denilebilir. Hayatı en gizli, en karışık yönleriyle anlatmayan, duygularımızı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir şekilde duyurmayan, elemlerimizi, felaketlerimizi, açık açık yansıtmayan bir edebiyat, hayat ile ilgisiz ve sahte bir edebiyattır. Öyle bir edebiyat, kelimeleri dizip, onları işleyen pek hünerli kuyumcular çıkarabilir. Belki onlar çok süslü, çok göz alıcı şeyler yapabilirler. Fakat, ne yazık ki bütün bu sahte ürünler muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı, parlak renkli çiçeklere benzer. Uzaklığından dolayı bize çok çekici, çok harikulade görünen o meçhul sıcak iklimlerin bu göz kamaştıran ürünleri nasıl açık bir havaya, sert bir rüzgara dayanamazsa, hayat ile ilgisi olmayan böyle bir edebiyat da zamanın sonsuz kasırgaları önünde süpürülüp gitmeye mahkumdur. Halbuki bedii his, hislerimizin en ilahi ve en samimisidir. Akşam rüzgarı ile inleyen bir çam ormanının karanlık hışırtıları ne kadar tabii ise, ruhun güzellik karşısında duyduğu hisler de hayatın en derin ve anlaşılmaz köşelerinden birdenbire fırlayıp çıktığı için, her şeyden çok samimidir. İşte bunun gibi milletler için de "güzel" ve "iyi" telakkilerinden daha "milli" hiçbir şey yoktur. Bir toplumu başkalarından ayırmak isterseniz onun din ve ahlak hakkındaki, güzellik hakkındaki samimi duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya ruhundan koptuğu için hayatının en samimi taraflarıdır.
Yüksek ve hakiki sanat asıl ona derler ki, hayatı bütün genişliği ve bütün samimiliğiyle okuyucuya duyurabilsin. Ancak yapmacığın bittiği yerde sanatın başlayabileceğini, nedense, hala anlayamadık!
Mehmet Fuat Köprülü
Hayat dediğin nedir ki?Kısacık bir zaman dilimi.Bazen acılarla,bazen mutluluklarla,bazen gözyaşı,bazen hüzünle dolu insan ömrü.Aslında hayatın tarifini tam olarak yapamıyorum.Soruyorum kendime nasıl birşey...Daha dün bu soruya çok güzel ona doyamıyorum derken bugün verdiğim cevaba şaşıyorum.İkilemde kalıyorum.Mutlu olunca iyiki bu hayattayım iyiki evren var diyorum.Peki yüreğim acılarla kavrulurken,gözlerim yaşla doluyken işte o zaman keşke hayatta olmasaydım diyorum.Ama bazen çevreme bakıyorum acıklı öyküler,çileli yaşamlar,acı çeken insanlar...O zaman kendime diyorum ki ŞÜKRET haline!İyiki hayattasın,iyiki sevdiklerin yanında.İşte o zaman anlıyorum ki hayat kısada olsa onu dolu dolu yaşayacaksın.Ve mutlu olmayı bileceksin....
Çalışmak insan için çok faydalı bir eylemdir.Hem insanın zihnini hem bedenini geliştirir.Atalarımızda ''çalışan demir pas tutmaz''diyerek çalışmanın önemini vurgulamışlardır.Fakat günümüzde kimse çalışmaya hevesli değil.Çoğu kişi çıkarcılık peşinde veyahut çalışmadan kazanmak peşinde.Öğrenciler,memurlar,işçiler vs birçok kişi çalışmadan bazı şeyler elde etmeye kalkıyor.Öğrenciler ders çalışmak yerine kopya çekerek,memurlar rüşvet alarak,işçiler işlerden kaytararak...İşte günümüzdeki durum bu.Aslında çalışmak insan için çok güzel bir iştir.Döktüğün alın terinin verdiğin emeğin karşılığını almak insan için çok gurur verici...Bu mutluluğu tadan insanlar çalışmaya daha fazla hevesleniyorlar ve işlerine dört elle sarılıyorlar.Bazen düşünüyorum ben yaptığım işin karşılığını alınca nasıl mutlu oluyorum.Neden insanlar bu mutluluğu tadmaktan yoksun kalıyorlar diyorum.O zaman işin içinden çıkamıyorum...Ama ben şunu biliyorum ki çalışmak insanı olgunlaştırır.Ve bende o olgunlaşmış insanlardan birisiyim...
İyiliğin Anlamı
İyiliğin gerçek anlamını biliyor musunuz?Ben biliyorum.Bence iyilik, insanların karşılık beklemeden yaptıklarıdır.
İyilik yapanlar her zaman karşılığını alırlar.Hatta bu düşünce atasözlerine bile yansımıştır.Ben iyilik yapanların her zaman karşılığını aldıklarını birçok kez gördüm.Hatta yaşadım bile... Bence iyilik yaparsan hayat sana da gülümser.
Bazı insanlar da yüzlerine iyilikten bir maske takarlar.Fakat bence bir gün o maske, kişinin yüzünden düşecek. Ve maskenin düştüğü an, insanlar kişinin gerçek yüzünü görecekler.
Eğer hayatın size de gülümsemesini istiyorsanız, yapmanız gereken ufak bir şey var.Sizinde çevrenizdeki insanlara gülümsemeniz. Ada Gavremoğlu
Hayatı Yaşamayı Bilenler
Maceracı ruha sahip insanlara hep özenmişimdir. Ne güzel yaşamlarını renklendirmeyi becerebiliyorlar. Hayatı zevkle yaşanır yapıyorlar.
Yamaçlardan paraşütle atlayanlar, derin denizlere dalış yapanlar. Snow boardçular. Hayatın tadını ne güzel çıkarıyorlar. Ben de onlar gibi olmayı çok istiyorum. Ama şu an yaşım gereği onlar gibi yapamıyorum. Biraz daha büyümem lazım. İnşallah ailem de beni ileride desteklerler. Destekleyeceklerine inanıyorum. Çünkü onlar da kendilerince maceracı ruha sahipler. Babam her yaz grubuyla birlikte akvaryumlara dalmaya gider. Annem ise dağlarda yürümekten hoşlanır.
Yalnız bazı içi çürümüşler macera tutkunlarıyla dalga geçerler. Ben onlara çok kızarım. Neden dalga geçiyorlar ki? Maceracılar adrenalini hep yüksek tutarlar. Hayata daha canlı bakarlar. Böylece yaşlanmazlar. Sürekli heyecan onları dinç tutar. Sizin gibi hayattan bezmiş, doğduğuna pişman mı yaşasınlar? Siz onlarla alay ederken, sizin korktuğunuz ölümle de onlar dalga geçiyor.
Kalkın köşelerinizden! Silkinin. Maceraya bir adım atın ki hayat sizin içinde yaşanır olsun.
Ece Bulut
Yalnızlık
Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.
Montaigne
Kitap Korkusu
Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in*san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. “Bırak, senin yerine ben dü*şünüyorum!” demekle, “Falan kitabı okuma!” demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer.
Şüphesiz insanı korumamız lâzım gelen vaziyetler vardır. Fakat bu vaziyetler daha ziyade ferdinkendi dışındaki vaziyetlerdir. Bir insanı kendi içinde, düşün*cesinin mahremiyetinden korumağa hakkımız yoktur.
Ortaçağ’dan bugüne kadar gelen zaman içinde insanlığın belki en büyük ka*zancı bu basit hakikati kendisine mal etmesidir.
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 58-59)
Sürü Adamı
Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde "kendi kendisi" olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, men*sup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fi*kirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İra*desi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma,iğreti bir hareket mihrakıdır. Bil*mez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların,keşfedemediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini ken*dinde değil,hep dışarıda aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başka*sının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir,fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakal*lının adını öğrenmek yetişir.
Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır.
Peyami SAFA
İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor; kendiliğinden iyi ve güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu bazen öyle azgın bir tutku oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. Bazıları der ki,iyinin aşırısı olmaz çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil demektir. Kelimelerle oynamak diyeceği gelir insanın buna. Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır. Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da. Platon’da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek,başkalarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak bir hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz. Kallikles, doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek duygularımızı körletir; lüzumsuz bir inceleme ile bizi tabiatın güzel ve rahat yolundan çıkarır. (Kitap II, bölüm XXX) Düşüncede saplantı ve azgınlık en açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?
Bir ikilidir ağlamak ve gülmek. Ağlamak, sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir bence. Gariptir belki… Ama ben ne zaman ağlayan birini görsem, içim gerçekten acısa dahi bir miktar da sevinirim. Çünkü üzülmeyi becerebilen bir kişi, sevmeyi de bir o kadar iyi becerebilir. Çünkü,ağlayabilen bir insan gülmenin o mükemmel kıymetini belki de daha iyi anlıyabilir.
Bilirim ki, ağlayan bir kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Yüreği katılaşmamış, duyguları bitmemiştir. Hani derler ya, “Kalp ağlamazsa göz yaşı da akmaz…” İşte böyle bir şey… Sevindiğinizde, mutluluktan uçacak olduğunuzda nasıl kahkahalar atarsınız ya! Üzüldüğünüzde de dökülen gözyaşları bir o kadar değerlidir. Sinirli ve kibirli olduğumuzda, öfke ve intikam duygusu dolacağımıza, kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözlerimizle ağlama olgusu yerine getirmek belki de en iyisidir. Belki hakikati değiştirmez, ama… Kalbinizin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
Ağlayan bir kişi gördüğünüzde, ona samimi birkaç söz, birkaç dokunuş ya da uzatılan bir mendil ona yapılacak en büyük destektir. Bunlar, bin türlü sözcük, davranıştan belki de daha önemli, daha kıymetlidir..
Bence, ağlamak insanın insan olmasını gerektirdiklerinden biridir.
Ve… Ağlamakla gülmek olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende bulunan diğer zıtlıklar gibi.
Hayat ve Edebiyat
Hayatın en önemli gerçeği samimiliktir. Bu itibarla, hayat ile bağı olan edebiyat, mutlaka samimi bir edebiyattır denilebilir. Hayatı en gizli, en karışık yönleriyle anlatmayan, duygularımızı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir şekilde duyurmayan, elemlerimizi, felaketlerimizi, açık açık yansıtmayan bir edebiyat, hayat ile ilgisiz ve sahte bir edebiyattır. Öyle bir edebiyat, kelimeleri dizip, onları işleyen pek hünerli kuyumcular çıkarabilir. Belki onlar çok süslü, çok göz alıcı şeyler yapabilirler. Fakat, ne yazık ki bütün bu sahte ürünler muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı, parlak renkli çiçeklere benzer. Uzaklığından dolayı bize çok çekici, çok harikulade görünen o meçhul sıcak iklimlerin bu göz kamaştıran ürünleri nasıl açık bir havaya, sert bir rüzgara dayanamazsa, hayat ile ilgisi olmayan böyle bir edebiyat da zamanın sonsuz kasırgaları önünde süpürülüp gitmeye mahkumdur. Halbuki bedii his, hislerimizin en ilahi ve en samimisidir. Akşam rüzgarı ile inleyen bir çam ormanının karanlık hışırtıları ne kadar tabii ise, ruhun güzellik karşısında duyduğu hisler de hayatın en derin ve anlaşılmaz köşelerinden birdenbire fırlayıp çıktığı için, her şeyden çok samimidir. İşte bunun gibi milletler için de "güzel" ve "iyi" telakkilerinden daha "milli" hiçbir şey yoktur. Bir toplumu başkalarından ayırmak isterseniz onun din ve ahlak hakkındaki, güzellik hakkındaki samimi duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya ruhundan koptuğu için hayatının en samimi taraflarıdır.
Yüksek ve hakiki sanat asıl ona derler ki, hayatı bütün genişliği ve bütün samimiliğiyle okuyucuya duyurabilsin. Ancak yapmacığın bittiği yerde sanatın başlayabileceğini, nedense, hala anlayamadık!
Mehmet Fuat Köprülü
Hayat dediğin nedir ki?Kısacık bir zaman dilimi.Bazen acılarla,bazen mutluluklarla,bazen gözyaşı,bazen hüzünle dolu insan ömrü.Aslında hayatın tarifini tam olarak yapamıyorum.Soruyorum kendime nasıl birşey...Daha dün bu soruya çok güzel ona doyamıyorum derken bugün verdiğim cevaba şaşıyorum.İkilemde kalıyorum.Mutlu olunca iyiki bu hayattayım iyiki evren var diyorum.Peki yüreğim acılarla kavrulurken,gözlerim yaşla doluyken işte o zaman keşke hayatta olmasaydım diyorum.Ama bazen çevreme bakıyorum acıklı öyküler,çileli yaşamlar,acı çeken insanlar...O zaman kendime diyorum ki ŞÜKRET haline!İyiki hayattasın,iyiki sevdiklerin yanında.İşte o zaman anlıyorum ki hayat kısada olsa onu dolu dolu yaşayacaksın.Ve mutlu olmayı bileceksin....
Çalışmak insan için çok faydalı bir eylemdir.Hem insanın zihnini hem bedenini geliştirir.Atalarımızda ''çalışan demir pas tutmaz''diyerek çalışmanın önemini vurgulamışlardır.Fakat günümüzde kimse çalışmaya hevesli değil.Çoğu kişi çıkarcılık peşinde veyahut çalışmadan kazanmak peşinde.Öğrenciler,memurlar,işçiler vs birçok kişi çalışmadan bazı şeyler elde etmeye kalkıyor.Öğrenciler ders çalışmak yerine kopya çekerek,memurlar rüşvet alarak,işçiler işlerden kaytararak...İşte günümüzdeki durum bu.Aslında çalışmak insan için çok güzel bir iştir.Döktüğün alın terinin verdiğin emeğin karşılığını almak insan için çok gurur verici...Bu mutluluğu tadan insanlar çalışmaya daha fazla hevesleniyorlar ve işlerine dört elle sarılıyorlar.Bazen düşünüyorum ben yaptığım işin karşılığını alınca nasıl mutlu oluyorum.Neden insanlar bu mutluluğu tadmaktan yoksun kalıyorlar diyorum.O zaman işin içinden çıkamıyorum...Ama ben şunu biliyorum ki çalışmak insanı olgunlaştırır.Ve bende o olgunlaşmış insanlardan birisiyim...
İyiliğin Anlamı
İyiliğin gerçek anlamını biliyor musunuz?Ben biliyorum.Bence iyilik, insanların karşılık beklemeden yaptıklarıdır.
İyilik yapanlar her zaman karşılığını alırlar.Hatta bu düşünce atasözlerine bile yansımıştır.Ben iyilik yapanların her zaman karşılığını aldıklarını birçok kez gördüm.Hatta yaşadım bile... Bence iyilik yaparsan hayat sana da gülümser.
Bazı insanlar da yüzlerine iyilikten bir maske takarlar.Fakat bence bir gün o maske, kişinin yüzünden düşecek. Ve maskenin düştüğü an, insanlar kişinin gerçek yüzünü görecekler.
Eğer hayatın size de gülümsemesini istiyorsanız, yapmanız gereken ufak bir şey var.Sizinde çevrenizdeki insanlara gülümsemeniz. Ada Gavremoğlu
Hayatı Yaşamayı Bilenler
Maceracı ruha sahip insanlara hep özenmişimdir. Ne güzel yaşamlarını renklendirmeyi becerebiliyorlar. Hayatı zevkle yaşanır yapıyorlar.
Yamaçlardan paraşütle atlayanlar, derin denizlere dalış yapanlar. Snow boardçular. Hayatın tadını ne güzel çıkarıyorlar. Ben de onlar gibi olmayı çok istiyorum. Ama şu an yaşım gereği onlar gibi yapamıyorum. Biraz daha büyümem lazım. İnşallah ailem de beni ileride desteklerler. Destekleyeceklerine inanıyorum. Çünkü onlar da kendilerince maceracı ruha sahipler. Babam her yaz grubuyla birlikte akvaryumlara dalmaya gider. Annem ise dağlarda yürümekten hoşlanır.
Yalnız bazı içi çürümüşler macera tutkunlarıyla dalga geçerler. Ben onlara çok kızarım. Neden dalga geçiyorlar ki? Maceracılar adrenalini hep yüksek tutarlar. Hayata daha canlı bakarlar. Böylece yaşlanmazlar. Sürekli heyecan onları dinç tutar. Sizin gibi hayattan bezmiş, doğduğuna pişman mı yaşasınlar? Siz onlarla alay ederken, sizin korktuğunuz ölümle de onlar dalga geçiyor.
Kalkın köşelerinizden! Silkinin. Maceraya bir adım atın ki hayat sizin içinde yaşanır olsun.
Ece Bulut
Yalnızlık
Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.
Montaigne
Kitap Korkusu
Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in*san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. “Bırak, senin yerine ben dü*şünüyorum!” demekle, “Falan kitabı okuma!” demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer.
Şüphesiz insanı korumamız lâzım gelen vaziyetler vardır. Fakat bu vaziyetler daha ziyade ferdinkendi dışındaki vaziyetlerdir. Bir insanı kendi içinde, düşün*cesinin mahremiyetinden korumağa hakkımız yoktur.
Ortaçağ’dan bugüne kadar gelen zaman içinde insanlığın belki en büyük ka*zancı bu basit hakikati kendisine mal etmesidir.
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 58-59)
Sürü Adamı
Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde "kendi kendisi" olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, men*sup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fi*kirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İra*desi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma,iğreti bir hareket mihrakıdır. Bil*mez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların,keşfedemediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini ken*dinde değil,hep dışarıda aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başka*sının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir,fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakal*lının adını öğrenmek yetişir.
Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır.
Peyami SAFA
Hiç yorum yok