Sosyalizm

Sosyalizm

Dünya işçi sınıfı hareketinin en büyük devrimci temsilcilerinden Rosa Luxemburg “ya sosyalizm ya da barbarlık” uyarısında bulunmuştu. Bir tarafta her geçen gün küçük bir azınlığın, milyarların yoksulluğu ve sefaleti üzerine servetlerine servet kattığı; diğer taraftan başta Afrika, Asya, Ortadoğu gibi bölgeler olmak üzere açlığın, sefaletin içerisinde, emekçilerin ve yoksulların bir birilerini boğazladığı günümüz dünyasında bu uyarı her zamankinden daha da çınlatıyor kulaklarımızı.
Peki nedir sosyalizm ve ne değildir?  
Dünya üzerinde şu ana kadar hiçbir yerde sosyalizm var olmadı. Ne Sovyetler Birliği’nde, ne Çin’de, ne de Doğu Bloku’nda. Sosyalizm, çalışan nüfusun demokratik kontrolü ve yönetiminde üretim araçlarının dünya çapındaki ortak mülkiyeti demektir. Sosyalizmde baskıcı bir devlet söz konusu olamaz. Sosyalizm insanların hiçbir baskı altında olmadan özgür birlikteliğidir.
Kendini sosyalist olarak tanımlayan devletlerdeki parti bürokrasisi diktatörlükleri sosyalizmin kötü birer karikatürleriydiler. Bunlar Stalinist devletlerdi –Stalin’in ölümünden sonrada öyle kaldılar.
Sovyetler Birliği’nde, Çin’de ve diğer Doğu Bloku ülkelerinde hâkimiyet işçi sınıfında değildi. Bilakis parti ve devlet bürokrasinin içerisinde ayrıcalıklı bir kesimin işçi sınıfının üzerinde tahakkümü söz konusu idi. Gerçek bir sosyalist toplumda ise gerçek manada bir demokrasi hâkim olacaktır. Bunun anlamı, insanların sadece her dört yılda bir kendisine kimin hükmedeceğini ve aldatacağını seçmesi (burjuva demokrasisinde olduğu gibi) değil,  her alanda ekonomik ve idari denetimi sağlayan doğrudan demokrasinin yapılarının oluşturmasıdır.
Burjuva-kapitalist demokraside demokratik haklar en fazla bir işletmenin kapısına kadardır. Sosyalist demokrasi ile burjuva demokrasisi birbirilerinden en belirgin şekilde bu noktadan ayrılırlar. Üretimin demokratikleşmesinin en önemli koşulu üretim araçlarının küçük bir azınlığın elinde değil de bütün topluma ait olmasıdır.  Bu yüzden büyük bankaların, holdinglerin ve şirketlerin kamu mülkiyetine geçirilmesi sosyalist demokrasinin geliştirilmesinin olmazsa olmazıdır.
Fakat bu, sosyalizmde her türlü özel mülkiyetin kaldırılacağı anlamına gelmez. Ne şahsi araba, ne sahip olunan televizyon ne de şahsi konut gibi mülkiyetlerin kaldırılmasıdır söz konusu olan. Elbette sosyalizmde birileri bir şeylerini kaybedeceklerdir, fakat bunlar büyük zenginler, büyük hisse sahipleri ve büyük toprak sahipleri olacaktır.
Kapitalizmin yıkılmasından küçük esnaf ve zanaatkarlar da faydalanacaklardır. Çünkü artık büyük bankalar ve rakipler tarafından ezilemeyecekler.
Sosyalist Demokrasi
Sosyalist bir demokraside ekonomi, yerel yönetimler, eğitim vb. her alanda yönetsel görevleri üstelenecek temsilciler seçilecektir. Bu temsilciler her zaman seçilme ve geri çağrılma durumunda olacaklar. Bu şekilde tabanın sürekli bir denetim ve müdahale koşulu sağlanacaktır.
Eğer işletmelerde işçiler, mahallerde mahalle sakinleri, bürolarda çalışanlar, üniversitelerde öğrenciler seçtikleri temsilcilerin/yöneticilerin işlerini iyi yapmadıkları kanısına varırlarsa onları her zaman azledip yerlerine yeni birini seçebilecekler.
Yine bu seçilmiş yöneticiler kapitalizmde ve Stalinist devletlerde olagelenden farklı olarak hiçbir ayrıcalığa sahip olmayacak. Alacakları ücret de çalışan nüfusun ücretinin ortalamasına eşdeğer olacaktır. Milletvekilleri, sendika yöneticileri vb. gibi görevleri yürüten kişilerin mali ayrıcalıkları onların belli bir zaman sonra kendilerini yukarılarda bir yerlere koymalarına neden olarak, kaygılarını ve gereksinmelerini temsil etmeleri gereken insanları unutmalarına yol açar.
Sosyalizmde, işletmelerde, mahallelerde ve eğitim kurumlarında vb. yerlerde düzenli olarak gerçekleştirilen genel toplantılarla ve her alanda demokratik olarak seçilen komiteler sayesinde halk kitlesel olarak tartışmalara ve alınacak kararlara doğrudan müdahil olur.
Yerellerden ve işletmelerdeki komitelerden yola çıkarak bölgesel, ulusal ve enternasyonal zeminde delegeler seçilir ve bunlardan yönetim kurulları (hükümetler) kurulması sağlanır. Rus devrimcisi Lenin, bir zamanlar rotasyonu (makamların dönüşümlü işgali) fikrini savunurken, bir aşçının da başbakan olabilmesinden bahsediyordu.
Sosyalizmde iş saatleri radikal bir şekilde düşürülüp, tam gün çocuk bakım hizmeti sağlanarak ve eğitim alanı büyük oranda genişlettirilerek tüm insanların tartışmalara ve kararlara katılabilir duruma gelmesi sağlanır.
Halktan kopuk ve ayrıcalıklı devlet aygıtı da (polis, asker, yargı) artık varlığını yitirir. İhtiyaç olduğu sürece polis ve yargı görevleri demokratik bir şekilde seçilen mahkeme ve milisler tarafından üstlenir.
Bütün bunlar gerçekleşemeyecek hayaller mi?
İster sendikaların ortaya çıkmasına olsun, ister büyük işçi kitle partilerine isterse de çeşitli zamanlarda ortaya çıkmış işçi konseylerine bakın;, tarih bize işçi sınıfının her zaman yeniden örgütlenme ve kendi kaderini çizme yeteneğinde olduğunu tekrar tekrar göstermiştir. Günümüzdeki birçok dernek vb. kurumlarda karşılık beklemeden gönüllü olarak faaliyet gösteren milyonların angajmanı bile halkın özyönetim potansiyeline dair büyük bir göstergedir.
Özellikle de 1990’lı yıllarda Stalinizmin yıkılmasının ardından burjuva sözcüleri planlı ekonominin mümkün olmayacağını çeşitli şekillerde propaganda ettiler. Demokratik planlı ekonomi insan ihtiyaçlarına göre üretim demektir –ki burada çevre ya da doğanın savunulmasının insan ihtiyaçlarının en başatı olarak anlaşılması gerekir. Bugünkü internet ve akıllı telefon çağında insan ihtiyaçlarının tespiti teknolojinin gelişim düzeyi sayesinde her zamankinden daha olanaklıdır.
Aslında kapitalizmde de plan yapılır. Hatta büyük şirketler pazar araştırmaları gibi alanlara sel gibi para aktarırlar. Fakat kapitalizmde firmalar planlamayı birbirilerine karşı yaparlar. Sosyalizmde ise elbirliği en yukarılara taşınırken rekabet kaldırılır.
Burada bahis konusu olan sadece kim hangi çeşit bir ayakkabıyı istiyor ya da yeterli çeşitlikte peynir ihtiyacının giderilebilmesi değildir. Bilakis, sadece demokratik olarak planlanan bir ekonomide bilim ve teknoloji araştırmaları insanların gerçekten ihtiyacı olan alanlarda yoğunlaştırılabilir: Doğanın yıkımının durdurulması, açlığın ortadan kaldırılması, kanser ve benzeri diğer ölümcül hastalık ve salgınlarla mücadele. Silahlanmaya son verilmesi, reklam ve ambalaj gibi gereksiz sektörlerin ortadan kalkması ve bilimsel bilgiye herkesin erişimi sağlanmasıyla bu alana daha fazla para ve bilginin aktarılmasının koşulları yaratılmış olacaktır.
Stalinizm
Sosyalizmin aslında iyi bir şey olduğu fakat uygulanamaz olduğu özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunun dağılmasına istinaden sıkça duyulan bir argümandır. Oysa bu ülkelerdeki deneyimlerin bize gösterdiği şey sadece, sosyalizm için demokrasinin zorunlu olduğu ve kalıcı olabilmesinin de dünya çapında hayata geçirilmesine bağlı olduğudur.
1917 Ekim Devrimi’yle işçi sınıfı Rusya’da kapitalizmi kaldırıp sosyalizmi inşa çabasına girdi. Devrimden sonraki ilk dönemde yeni sovyet işçi devleti insanlık tarihinin bu zamana kadar olagelmiş en demokratik toplumuydu.  Fakat Rusya işçi sınıfı kısa süre sonra baskı altına girdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında zaten kötü bir konumdayken, Rusya’nın sermayedarları ve onların emperyalist ülkelerdeki kapitalist dostları yeni işçi devletini ekonomik ve toplumsal koşullarının daha da kötüleşmesine yol açacak olan bir iç savaşa sürdüler. Birçok işçi önderi ve kadroları bu savaş sırasında hayatını kaybetti; ekonomi çöktü; açlık ve kıtlık baş gösterdi.
Üstüne üstlük o zamanlar, daha çok köylülüğün hâkim olduğu bir toplum olarak kültür ve eğitim seviyesi oldukça düşüktü. Bu yüzden işçi sınıfı açısından ekonominin ve toplumun demokratik denetimi ve yönetimini oluşturup hayata geçirme imkan ve şartları oldukça kötüydü. Yeni devlet bu koşullar içerisinde eski Çarlık devletinin memur ve idari kadrosunu devlet dairelerine geri almak zorunda kaldı. Onların işlerini yapmaları sağlamak için de kısmen daha yüksek maaşlarla motive etmek zorundaydı.  Devrimin en önemli liderleri Lenin ve Troçki bu durumun farkındaydılar. Bundan dolayı daima Rusya’da işçi iktidarının hayatta kalabilmesinin Avrupa’da başarılı bir sosyalist devrimin desteğine bağlı olduğunu vurguluyorlardı. Fakat bu gerçekleşmedi. Almanya, Macaristan, İtalya’da devrimler işçi sınıfı adına yenilgiyle sonuçlandı. Sovyet Rusya’sı izole kalıp zayıf düştü.
Rusya’nın bulunduğu bu şartlar içinde Bolşevik Parti ve devletin üst kademeleri arasında bürokratik ayrıcalıklı elit bir kesim gelişmeye başladı. Stalin, bu bürokratik kastın kişileştirilmiş figürü oldu. Ama Stalin’in ölümünden sonrada toplumun yapısında temelden bir değişiklik söz konusu olmadı. Bu bürokrasi, planlı ekonominin uygulandığı bir ülkede bir kanser hücresi gibiydi. Her türlü demokratik tartışma, seçimler ve kararlar bu bürokratik kast tarafından engellendi. Ve giderek halkın çoğunluğunun çıkarlarıyla çelişik, muhafazakâr ve yolsuzluklarla dolu bir devlet ortaya çıktı.
Planlı ekonomi kalkınmaya yol açtı
Diğer taraftan SSCB’de kapitalizm 1989/90 yıllarına kadar ortadan kaldırılmıştı. Ekonomi rekabet ve kar mantığı üzerinde kurulu değildi. Bundan dolayıdır ki Sovyetler Birliği hatırı sayılır derecede gelişme gösterdi ve insanların temel ihtiyaçları Stalinist devletlerde garanti edilebiliyordu. Buradan hareketle Stalinizmin çarpıklığına rağmen planlı ekonominin üstünlüğü görülebilir. Ya da tersten, Stalinizmin yıkılmasından sonra yaşananlara bakarak da aynı sonuca varılabilir. Çünkü seyahat özgürlüğü -ki parası olamayan için yine bir şey ifade etmiyor, coca-cola, internet ve diğer tüketim maddelerini bir tarafa bırakırsak, kapitalizme geçiş bu devletlerde kitlesel işsizlik, yoksulluk, sosyal güvencesizlik ve fuhuş getirdi.
Sosyalizm Ulaşılabilir midir?
Kapitalizmde üretim araçlarını elinde bulunduran küçük bir azınlığın, hayatta kalmak için elinde emeğinin dışında bir aracı bulunmayan büyük çoğunluğun üzerinde hükümranlığı söz konusudur. Toplumun çoğunluğunun denetimi ve yönetimi altında olacak olan bir toplumsal sisteme ise ancak toplumun çoğunluğu aracılığıyla ulaşılabilir.
Kapitalizmi yıkıp yerine başka bir toplum inşa edecek güç, emekçi sınıfıdır. Çünkü o, ekonomide üretim sürecindeki konumundan dolayı belirleyici bir yere sahiptir. Sadece, sermayedarı grev ile can evi olan kârdan vurmakla kalmayıp, fabrika işgalleri ve işyeri komiteleri aracılığıyla bütün ekonomiyi özel mülkiyetinde bulunduranların elinden kendi eline de alabilir. Çünkü sosyalizm dediğimizde bir hükümet değişikliğinden değil, mülkiyet rejiminin değişmesinden ve insanların kendi kendini yönetmesinden bahsediyoruz.
Kapitalizm bir tek işçi sınıfının bilinçli eylemliliği ile aşılabilir. Bankaların ve şirketlerin iktidarını kırıp sosyalist bir topluma doğru ilk adımı atmak için grev, genel grev, işyeri işgalleri ve ayaklanmalar gereklidir. Bir başka deyişle, devrim gereklidir.
Devrim, iktidar ve mülkiyet ilişkilerinin çoğunluk tarafından bilinçli değiştirilmesi demektir. Devrimler örgütler ve partiler tarafından yapılmazlar, bilakis devrimler toplumsal çelişkilerin sonucudurlar ve kitleler tarafından başlatırlar. Fakat bir devrimin başarılı olması için bir programa, bir örgüte ve bir liderliğe ihtiyacı vardır. İşte bu yüzden güçlü bir Marksist örgütün de inşası gereklidir.
Sosyalist Düşüncenin Gerekliliği
Günümüzde işçi sınıfı, çıkarlarını kararlılıkla kollayan ve sosyalist bir dönüşümü hedefleyen güçlü bir partiden yoksundur. Her ne kadar işçi sınıfı içerisinde kapitalist koşullardan rahatsızlık ve giderek sosyalist düşüncelere sempati artsa da, belirgin bir sosyalist bilinçten henüz söz edilemez.
Yine de daha yüksek ücret için yapılan grevlerden, doğanın kâr uğruna talanına karşı gerçekleşen protesto dalgalarını kadar, taşeronluğun kaldırılmasından her türlü demokratik hak kısıtlamalarına karşı verilen mücadelelere kadar her konuda her gün işçilerin, işsizlerin, kadınların, gençlerin kapitalist sistemin çelişkileriyle yüz yüze geldiği mücadelelere tanık oluyoruz.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.