Şiir Kaynağı Ve Bilmeceler Makale

ŞİİR KAYNAĞI VE BİLMECELER-MAKALE

Anonim halk edebiyatı ürünlerinin sanat değeri üzerinde pek durulmamıştır. Bunda, o eserlerin genellikle sanat endişesinden uzak olmaları rol oynamıştır. Ancak bunlar arasında, isimsiz halk sanatkârlarının dahiyâne şekilde yakaladığı, her dem yeni ve taze öyle şiir örnekleri var ki çağdaş şiirimizin kaynakları konusunda bizi düşünmeye sevk ediyor. Türkülere mânilere, ninnilere, tekerlemelere, bilmecelere, yeni bir dikkatle bakmak gerekiyor.

Biz bu düşünceyle, "Havada kar sesi var", " Mor menevşedir mavzerimin demiri", " Emine'm çiçek yollamış / Uyandım kokusuna" gibi örneklere dikkat çekerek türkülerin çağdaş şiire kaynaklık edebileceğinden söz etmiştik.1 Bu yazımızda ise bilmecelerdeki modern şiirleri andıran örnekler üzerinde duracağız.

Gerçi bundan bahseden bazı araştırmacılar olmuştur. Meselâ Prof. Dr. Şükrü Elçin, bilmecelerden söz ederken "... bazen saf şiir örneği sayılabilecek eserler"2 şeklinde bir ifadeye yer verir. Bedri Rahmi Eyüboğlu da "Dilimizin en güzel, en şiirli köşelerinden birisi de bilmecelerimizdir." diyerek bu konuya dikkat çeker.3 Onun bu kaynaktan bol bol faydalanan iyi bir şair olduğu da bir gerçektir. Bilmecelerin şiir kaynağı oluşuna dair örneklere dayalı olarak en geniş araştırmayı Sabahattin Eyüboğlu yapmıştır.4 Daha sonra bu yazıya atıfta bulunan Nihad Sâmi Banarlı da bazı makaleler yazmıştır.

Söz sanatlarının en eskisi belki de teşbihtir. Bilmecelerin esası da buna dayanıyor. Teşbih ve istiâre... Bilmeceyi tertip eden sanatkâr onun cevabını gizlemek için bütün mahâretini gösteriyor, hayal gücünü zorlayarak en akla gelmedik münasebetler buluyor. Böylece alışılmışın dışında, şaşırtıcı güzellikler ortaya çıkıyor. Bilmecelerin hepsinin eşsiz bir sanat eseri olduğunu söylemek mümkün değil. Ama sanatkâr yaratılışlı insanların dilinde, cevabı gizlenen bilmece öyle bir şiir hâline geliyor ki özgün benzetmelerin arasındaki müphem boşluğu, hayal dünyamızın taze ve zengin çağrışımları ile doldurmak hazzına erişiyoruz.


Bilmecelerin en çok başvurduğu söz sanatlarından biri de "kişileştirme"dir (teşhis). Zaman zaman buna intak da eşlik etmekte... Bilmeceler, teşhis vasıtasıyla dünyayı, eşyayı, hayatı ve tabiatı alışılmamış bir biçimde yeniden kuruyor. Bu dünyada insanlığın çocukluk devrine ait hâtıralar, masal ve mitolojilerin hakikatleri mâşerî şuur altından çıkarak biz insanlara esrarlı bir şekilde görünüyorlar.

Kırmızı Ağaç Üstünde Ak Güvercin5

Bu bilmecede güzel olan nedir? İki renkli, yalın bir tablo oluşu mu? Alışılmışın hilâfına "kırmızı ağaç" söyleyişi mi? "Güvercin" kelimesindeki yumuşak çağrışımlar mı? Cevabı bulmak için, söz konusu unsurlar arasındaki gizli ilişkiyi keşfetmeye çalışırken his dünyamıza hücum eden hayaller mi güzelleştiriyor yoksa? Belki bunların hepsi birden insanda değişik bir etki bırakıyor. Cevabına bakıyorsunuz: Ağız, diş.

Şu derenin
Öte yüzü
Beri yüzü
Lâpa lâpa
Geyik izi6
Bu bilmecenin de kendine özgü bir dünyası var. " Öte yüzü / Beri yüzü" söyleyişindeki ritim, aynı zamanda derenin iki yanında genişleyen mekânı veriyor bize. "Lâpa lâpa" sözü “kar"ı hatırlatıyor. "Geyik" ise, masalların, menkıbelerin esrarlı, zengin dünyasından çıkıp geliyor. Kendi yok, izleri var. Derenin yanında genişleyen, karla kaplı uçsuz bucaksız bir mekânda geyik izleri...

Şimdi göreceğimiz üç bilmecede "dede" motifinin müşterek oluşu dikkati çekiyor:

Benim bir dedem var
Sakalı odayı kaplar
*
Dedemin etekleri
Süpürür sokakları
*
Dedem odada oturur
Elini duvara götürür7

"Dede" kelimesi dilimizde, masallardan, halk hikâyelerinden, efsanelerden, evliya menkıbelerinden gelen hatıralarla zengin çağrışımlar kazanmıştır. Çocuk gözüyle çizilmiş hissini veren bu tablolarda modern resimleri hatırlatan bir taraf var. Her birinde "dede"nin bir yanı ön plana çıkıyor ve abartılı bir şekilde tasvir ediliyor. İlkinde bütün odayı kaplayan bir sakal söz konusu, İkincisinde, sokakları süpüren heybetli, azametli bir etek... Üçüncüsü biraz farklı. Loş bir lâmba ışığında soba ve duvara uzanan borusu çocuk gözüyle anlatılıyor. Daha doğrusu, eşyaya çocuk gözüyle bakan sanatkâr, orijinal istiare ve kişileştirme vasıtasıyla "dede" imajına intikal ediyor ve "soba"yı onun içinde gizliyor.

Karşıda bir göl
İçinde bir yılan
Göl yılanı yer
Yılan gölü yer 8
*
Kuyu kurudu
Yılan öldü
Mercan söndü 9
Bu iki bilmecenin de cevabı aynı. Bu bakımdan ikisinde de müşterek tasavvurlar var. Günlük hayatta tek söylendiğinde yadırgamayacağımız bu mısralar bir araya gelince kendilerine özgü esrarlı bir atmosfer yaratıyorlar. Göl yiyen yılan, yılan yiyen göl, ne demek? Kuyunun kurumasıyla yılanın ölmesi veya mercanın sönmesi arasında ne münasebet olabilir? Göl, kuyu, yılan, mercan sanki masal dünyasının kelimeleri. Sanatkârların bilmecelerin cevabını gizlemeye çalışırken masal motiflerinden faydalandıkları bir gerçek.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.