Sanat Terimleri Szölüğü
A
A TİPİ RENKLİ FİLM (Type A Colour Film) : 3400 derece K ışığına sahip yapay aydınlatmaya dengelenmiş filmlerin genel adı.
ABADİ KAĞIT : Ham ipekten yapılan bir kağıt türüdür. Dut ağacı elyafından yapılanları da vardır.
ABERASYON (Aberration ) : Görüntü bozulması
ABİR : Mürekkebe katılan koku verici madde. Yaygınlıkla Beyaz Sandal, Sümbül Kökü, İğde Çiçekleri, Turunç, Kırmızı Gül, Narenciye otları ile bir miktar dövülmüş Misk karışımıdır.
ABİDE : Eski dilde anıt
Önemli bir olay yada kişi - kişileri anmak, ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.
ABSTRE SANAT : Soyut Sanat
AÇIK KOMPOZİSYON (Open Composition) : Resim düzlemi üzerinde betimlenen gerçekliğin, gerçekte resmin sınırları dışında da sürüp giden doğal gerçekliğin bir parçası olduğu izlenimini verecek şekilde kompoze edilmesi. Kapalı kompozisyonun tam karşıtı bir sanatsal davranış biçimidir. Açık kompozisyon, asıl gerçekliğin tüm öğelerini resim düzlemi içine sığdırmayı amaçlamaz. Tersine, böyle bir çabanın olanaksız olduğunu varsayar. Açık kompozisyon doğadaki gerçeklik düzleminin bir kesimini içeren bir çerçeve gibi de düşünülebilir. Rönesans'ın aksine, Barok açık kompozisyonu yeğlemiştir.
ADJUNKTION: Eklenti. Kolaj, akümülasyon ve asamblajı da kapsayan bir sanat tekniğidir.
AFİŞ: Halkı bir düşüncenin, bir malın ya da bir olayın varlığı konusunda bilgilendirme amacıyla duvarlara asılan, yapıştırılan, resimli yazı ve ilanlara afiş denir.
AFTERİMAJ: Bir imgeye bir süre baktıktan sonra göz sinirlerinin bu imgeyi ilk imgeden sonra bakılan imgeye taşıyarak oluşturduğu görsel olguyu tanımlamak için kullanılan terim.
AĞAÇ BASKI: Bu baskı tipinde Kalıp olarak düzgün yüzeyli ağaç, oyma ve kazımaya elverişli muşambalar (linolyum / Linol baskı) kullanılır.
AKADEMİZM (Academicism) : Akademizm sözcüğü, bir sanat dalında her türden yeni atılımı yadsıyarak, değişmez olduğu varsayılan onaylanmış, standartlaşmış ilke ve kurallara uygun olarak çalışmak anlamında kullanılır. Yeni sanatsal arayışlara karşı çıkan bir tutumu ifade ettiği için, sözcük olumsuz niteliktedir.
AKROMATİK: Kromatik renklerin dışında kalan siyah, beyaz ve gri.
AKROLİT: Gövdesi ahşaptan yapılmış antik yunan heykellerini tanımlamak için kullanılan terim.
AKSAN : Resimde istenen kısmı, ışık, çizgi ve renk yardımıyla diğer kısımlara göre daha fazla belirtmek.
AKSESUAR : Sanat eserinde ikinci derecede kalan şeyler, detay, ayrıntı.
AKÜMÜLASYON: Rastgele objelerin sanat malzemesi olarak kullanılmasını tanımlamak için kullanılan terim.
ALINSAL: Resimde özellikle insan bedeninin omuzdan yukarısının tam cepheden yüz seksen derece ile bakmasıdır. Bizans resminde görülen izokefali özelliğinde vazgeçilmez unsuru olarak dikkat çeker.
ALLEGORİ (Allegory) : Bir öykü, bir düşünce ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlenişi.
ALTAMİRA : Kuzey ispanya'da Santonder'in 30 km. batısında, görkemli tarih öncesi duvar resimleri ve duvar kazımalarıyla ünlü mağara.
ALTIN ORAN (Golden Section) : "Altın Bölüm" ya da "Altın Kesit" de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, "altın sayı" adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ' dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy' da almıştır. Eski Yunanlılar' ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana , İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir.Altın Oran' ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanısıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında var olan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar , Altın Oran' a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir.
AMATÖR : Bir sanatı kazanç için değil, sırf zevk için yapan kimse, hevesli, meraklı.
AMBLEM : Bir şeyin yazı ya da resimle sembolleştirilmesi.
AMORF ( fr. Amorfe) : BİÇİM' i belirli bir düzene uymayan. Tanımlanması zor, düzensiz biçimlerde bulunan mineral, madde ya da nesneler için kullanılır.
AMULET (İngilizce) : Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan , doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısırlılar kendilerini kötü günlerden, düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için SKARABE, engerek başı, sembolik gözler ve KARTUŞ gibi amuletler kullanmıştır. Pek çok uygarlıkta da hematit, yeşim, ametis, LAPİS LAZULİ ve kantaşı gibi taşların kendilerine özgü koruyucu güçleri olduğuna inanılmıştır. Bir inanışa göre mercen, şeytanın evlerdeki kötü etkisini uzaklaştırma gücüne sahiptir. Hristiyanlıkta encolpia denen amulet , haçlar, aziz kemikleri vb. Dinle ilgili RÖLİK' lerdir. Boyna asılarak taşınanlar periapta, ikiye katlanabilenler pyctacium adını alır.
ANALİZ : Ayrıştırma , Çözümleme / Her hangi nesne konu veya durumun parçalar ve bölümler halinde ayrıntılı olarak incelenmesi.
ANAMORFOZ : Bir resmin belli bir bakış noktası dışında bozuk ve çarpık görünmesi.
ANATOMİ : Resim ve heykelde vücut yapısı.
ANIT : Abide / Önemli bir olay yada kişi - kişileri anmak. ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.
ANKOSTİK RESİM (Encaustic Painting) : Eriyik halde balmumu BAĞLAYICI ile PİGMENTLERİN karışımından elde edilmiş BOYA' larla yapılan RESİM türü. Romalı bilgin ve yazar Yaşlı Pilinus' a (MS 23-79) göre, mermer üstüne yapılan ankostik resimde pigmentler balmumuyla, fildişi üstüne yapılanlarda da (cero- strotum/ cestrotum) bitkisel kökenli saydam zamkla karıştırılıyor, cestrum ya da viriculum adı verilen bir tür SPATULA ile zemine yayılıyordu. Cestrum' un bir ucu sivri olduğundan fildişi üstüne ince çizgiler de çizilebiliyordu. Cauterium olarak bilinen ve ısıtılarak uygulanan yuvarlak uçlu bir aletle, boyalı zemin üstündeki spatula ve fırça izleri gideriliyordu. Antik Çağ' daki belli başlı resim tekniklerinden biri olan ankostik resim, MÖ 4. yy' da YUNAN sanatçı Pausias tarafından yetkinleştirilmişti. Günümüze ulaşan en önemli örnekler, MISIR' da el- Feyyum Vahası' nda ROMA dönemine ait mezarlarda bulunan Feyyum Portreleri' dir (2. yy). Ankostik tekniği erken Hristiyan Sanatı' nda da ( GEÇ ANTİK) kullanılmış, ancak 8. ve 9. yy' larda unutulmuştur. 19. yy' da Fransız koleksiyoncu Kont Caylus' un (1692- 1765) araştırmaları aracılığıyla canlandırılmak istenmişse de başarılı olunamamıştır. 19. yy' da Fransa ve İngiltere' de çeşitli karışımlar denenmiş, alman Ressam Julius Schnorr von Carolsfeld (1794-1872) orijinale en yakın karışımı uygulamıştır. Günümüzde yaygın olmamakla birlikte balmumu ve reçine bağlayıcılı bir karışım kullanılmaktadır.
ANLAMLAMA : Bir nesneyi bir varlığı, bir kavramı, bir olayı anlığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluş, gösterenle gösterilenin birleşme süreci.
ANONİM (Anonymous) : 1. Sanat tarihinde sanatçısı bilinmeyen yapıtlar için kullanılır. Özellikle, halk sanatı ürünleri anonim niteliktedir. 2. Antik Yunan dönemi öncesinde, Mısır ve Mezopotamya'da, tarih öncesinde sanat yapıtı anonimdir.
ANTİK : Eski yunan ve Roma dönemi ile bu dönemlerden kalan sanat veya mimari nitelemeler için kullanılan terim.
ARABESK : Girişik bezeme; Kıvrılarak, biribirinin içinden geçerek uzayıp giden yapraklı dalları andıran geometrik görünüşte birtakım biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri.
ARMATÜR : Bir malzemenin daha dayanıklı ve rijit hale gelmesi için içine yerleştirilen demir donatı.
ARKAİK : 1.ilk devir ve eserlerine verilen ad. 2.Yapıldığı tarihten daha eski zamanların işine benzeyen eserler.
ARKEOLOJİ : İlk uygarlığı araştıran ve inceleyen bilim dalı. Atölye Sanat çalışmalarının yapıldığı ışıklı salon ya da yer.
ART NOVEU : Üsluplaştırılmış bitkisel, eğrisel nitelikte bezeme anlayışı.
ASAMBLAJ ('assemblage') : Terim ilk defa Jean Dubuffet tarafından 1953'te doğal veya hazır malzemelerin parçalarından oluşturulan sanat eserlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bazı eleştirmenler bu terimin, iki boyutlu olan kolajdan ayrı olarak sadece üç boyutlu nesneler için kullanılması gerektiğini ifade etseler de konuda ulaşılmış bir fikir birliği yoktur. Genel anlamıyla asamblajın, fotomontajlardan mekan düzenlemelerine kadar geniş bir yelpazede yer alan sanat eserlerini kapsadığı söylenebilir.
ATMOSFER (Atmosphere) : Sanat yapıtının izleyici üzerinde bıraktığı etki, nedeni olduğu ruh hali.
ATÖLYE : Bir sanatçı veya mimarın, heykeltıraşın yapıtlarını tasarladığı ve ürettiği yer, stüdyo. / Küçük endüstri üretiminin yapıldığı ve genellikle sanatçıların çalıştığı ( Marangozluk, Demircilik) imalathane.
AURA : Bir kişi veya nesneye dair ayırdedici fakat doğrudan algılanamayan özellik, atmosfer. Sanat bağlamında ilk olarak Walter Benjamin tarafından 1936'da "Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri" isimli makalede; özgün, el yapımı sanat eserlerinin eşsizliğini dile getirmek için kullanılmıştır.
AVANGARD (Fransızca: avant-garde, avangard): Fransızca askeri bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir. Gerek Fransızca'da gerek diğer dillerde kültür, sanat ve politika ile bağlantılı olarak, yenilikçi veya deneysel işler veya kişiler anlamına gelir.
Avangart sanat, kültür, gerçeklik tanımları içindeki kabul edilmiş normları sarsıp sınırlarını değiştirmeyi amaç edinir. Bu normlar sosyal reformdan estetik deneyimlerin değişimine kadar çeşitlilik gösterebilir.
-B
BAHAUSE : Merkezi mimarlık olan 1940'larda açılan bir sanat okulu.
BAKIŞ AÇISI ( Viewpoint, Vantage Point) : Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta.
BALBAL : Hunların mezarları etraflarına diktikleri taşlara verilen ad.
BAROK : Formları şişirilmiş çıkıntılar biçiminde, yüzeyleri ise düzenli olmayan çıkıntılarla belirten, 1600 ile 1750 yılları arasındaki Avrupa'da oluşmuş bir sanat stili.
BEZEME : Bir yüzeyin daha güzel görünmesi için, üzerine yapılan işlemeler.
BEZİR YAĞI : Keten tohumundan çıkarılan yağ. Bu yağın kaynamamış olanına çiğ bezir ve kaynamış olanına kaynamış bezir denir. Çiğ bezir resim boyalarında, kaynamış bezir ise binaların ya da eşyaların ahşap kısımlarını boyamada kullanılan yağlı boyaların eziJip sulandırılmasında kullanılır.
BİÇİM (Shape) : Bir nesnenin görme ya da dokunma duyuları ile algılanmasını sağlayan kendine özgü gerçekliği, dışını oluşturan ve tek bir açıdan görünen şekli.
BİÇİM BOZMA (Distortion) : Özellikle GÜZEL SANATLAR'da, fotoğrafta (FOTOĞRAFÇILIK) ve dansta verilerini doğadan alan ve belirli normların ya da normal (olağan) biçimlerin bulunduğu kabul edilen görüntülerde biçimi abartarak sunma, " normal" in göstergelerini tümüyle yok etmeden değiştirme. Biçimbozmada amaç, daha güçlü bir etki yaratmak ya da güçlü bir anlatım sağlamaktır. DIŞAVURUMCULUK ya da ilk sanat gibi duygu ve anlatımın vurgulandığı, izleyiciyle iletişimin etkili olmasının amaçlandığı sanat türlerinde biçimbozma yoğun olarak kullanılmıştır. Öte yandan özellikle 20. yy' ın serbest yaklaşımı içinde PICASSO ya da H. MOORE gibi bir çok sanatçı biçim olanaklarını artırmak için, kaynakları doğa olsa bile biçimbozmayı bir araç olarak kullanmışlardır. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK' teyse biçimbozma, duygu ve düşlerdeki gerçekleri anlatabilmenin aracı olmuştur. Öte yandan YENİ- DIŞAVURUMCULUK gibi, "normal" kavramlara bağlı olmayan ve doğanın tüm görüntü kullanımlarından bağımsız biçim yaratan sanat üsluplarında biçimbozmadan söz edilemez; çünkü bu üsluplarda normalin ne olduğu hakkında belli ilkeler yoktur. Fotoğrafta biçimbozma çekim sırasında aynalar ya da merceklerle ya da çekimden sonra baskı sırasında mekanik ve kimyevi yöntemlerle görüntüyü değiştirerek elde edilir.
BİENAL : İki yılda bir düzenlenen faaliyet. Çoğunlukla kültürel veya sanatsal faaliyetler için kullanılan bir terimdir.
BİRLİK (Unity) : Resimde tüm öğelerin koordinasyonu ile asıl temanın, amacın vurgulanacağı bir birlik yaratılması.
BİYOMORFİK BİÇİM (Biomorphic Form) : SOYUT SANAT'ta geometrik biçimlerden çok bitki ya da hayvan biçimlerini anımsatan eğrisel dış çizgilerle oluşturulmuş biçimler. En tipik örnekleri ARP'ın resimlerinde görülür.
BOYA : Bünyesinde renk bulunan maddelere boya denir. Boyalar yapıldıkları yapıştırıcı maddelere göre isim alırlar: Yağlı boya, sulu boya gibi.
BOYUT (Dimension) : 1. Bir nesnenin uzunluk ölçüsüyle ifade edilebilen büyüklüğü. 2. Sanat yapıtında boyut kavramı, onun algılayıcıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Örneğin, resim sanatı iki boyutludur. Resmin betimlediği obje yüzeysel olmasa bile, sanat ürünü onu iki boyutlu bir yüzey üzerinde sunmakta ve izleyicide onu iki boyutlu algılamaktadır. Buna karşılık, heykel üç boyutlu bir sanat yapıtıdır. Mimari ürün ise dört boyutlu sayılmaktadır. Çünkü, mimari ürünü kullanan kişi onu yalnızca eni, boyu ve derinliği bulunan bir obje olarak değil, içinde eylemde bulunulan bir yapıt olarak algılamaktadır. Kişinin yapıt içindeki ya da dışındaki sürekli devingenliği onu tek bir noktadan algılanan diğer sanat ürünlerinden ayırmaktadır. Mimari mekan zaman içinde değişen konuma göre, farklı sanatsal yaşantılar edinilmesini sağlar. O halde, en, boy ve derinlik boyutlarına ek olarak mimari yapıtta bir de zaman boyutu söz konusudur.
BÜST : Heykel sanatında baş ve vücudun üst bölümünü gösteren heykel türü.
-C, -Ç
CANLI MODEL : Canlı hayvan ve insan vücudunun resme konu olarak seçilmesi.
CHIAROSCURO (Chiaroscuro) : Yağlıboya resminde keskin karşıtlıklar yaratacak biçimde düzenlenmiş ışık-gölge dağılımı. İlk kez İtalyan ressamı Correggio tarafından 16. yüzyılın başında kullanıldı. Caravaggio ve izleyicileri bu tekniği geliştirdiler. Georges de la Tour bu alanda ilginç örnekler verdi. Rembrandt ise, en büyük chiaroscuro ustası sayılır.
ÇAĞRIŞIM : Yeni bir algı eylemiyle; eski fakat yeni eyleme geçirilmiş bir algı arasında kurulan bağdır.
ÇELİK KALEM : Bakır, çinko, pirinç gibi yumuşak madenler üzerine resmi doğrudan doğruya oymaya yarayan çelik uçlu kalemler.
ÇEŞİTLİLİK (Variety) : Resimdeki ana temanın birliğinin çerçevesi içerisinde canlı ve zengin bir çeşitliliğin de elde edilebilmesi resmin albenisini arttıran önemli bir unsurdur.
ÇİNİ : Çin'den gelen / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı her türlü mimari eşya ve eşya üretme sanatı. / Seramik.
ÇİZGİ (Line) : Nokta olarak başlarlar ve her yönde "düz, kıvrımlı, kırık, kalın/ince, koyu/açık" olabilirler.
ÇİZGİ DEĞERİ : Çok çeşitli çizginin oluşturduğu, farklı etkiler uyandıran çizgi değişiklikleri.
ÇİZGİSEL (Linear) : 1. Bir yüzey üzerinde bir çizgi doğrultusunda yapılmış ya da düzenlenmiş betileri ve ya öğeleri niteler. 2. ince kontur çizgileriyle oluşturulmuş betileri ve bu tür betileri içeren resimsel yapıtları niteler.
ÇİZGİSEL KOMPOZİSYON (Linear Composition) : Hareket eden bir noktanın yüzeyde bıraktığı iz olarak tanımlanabilecek olan çizginin, kompozisyonda üstlendiği, formu ortaya çıkaran, hareketi ifade etme, dokuyu verme, dengeyi sağlama gibi rollerin başat olduğu türdeki kompozisyonlar "çizgisel kompozisyonlar" olarak tanımlanır. Sanatın ilk adımlarının, Lascaux mağarasında olduğu gibi, çizgiyle atıldığı ve çizginin özellikle perspektif kurallarının henüz yeterince bilinmediği Rönesans öncesinde önemli olduğu bilinir. Barok dönemde ışık-gölge kullanımının devreye girişiyle çizgisellik ışığın imkan verdiği ölçüde kullanılır. Bu dönemde konturlar, çizgisel kompozisyonlarda olduğu gibi belirgin olmaz. 19. yy'da Neo-klasik dönemde yeniden önem kazanan çizgi ve çizgisel kompozisyon Romantizm ile birlikte nerdeyse kaybolmuştur. Empresyonistler tarafından da tamamen kaldırılmıştır. Sanatçıların bireysel çıkışlar yaptığı 20. yy'da ise Henri Rosseau, Paul Klee gibi sanatçılar tarafından kendi belirledikleri amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır.
-D
DEĞER (Value) : Bir nesnenin maddi ya da parasal karşılığı, değişim ortamı ya da benzeri bir standarda göre tahmin edilebilen miktar; ayrıca, nesnenin gerçek ya da olması gereken kıymetine, YARARLIK'ına ya da önemine göre göreceli statüsü. Felsefe, hukuk, işletme, matematik, dilbilim, psikolinguistik, resim, müzik, sibernetik, televizyon gibi alanlarda "değer" sözcüğü değişik anlamlar taşımakta ve farklı tanımlanmaktadır. Felsefenin bir dalı olan "aksiyoloji", değerlerin estetikte, dinde, ahlakta ve metafiziksel alandaki tip ve nitelikleriyle ilgilenmektedir. Değer kuramıysa kıymetleri önem sırasına göre ayırıp sınıflandıran bir görüştür. Değerlerin nicel olarak ölçülebilme durumuna göre nesnel ve öznel değerlerden söz edilmektedir. Sanat ve mimarlık alanında mimari bir yapıya, bir sanat nesnesine ya da endüstri ürününe ilişkin iki tür değer tanımlanmaktadır. : Kullanıcının gereksinimini karşılamaya yönelik ürünün faydasıyla tanımlanan "kullanım değeri" ve mimarlık ya da sanat ürününün özellikle pazarlama ürünü olarak ortaya çıkmasıyla belirlenen "değişim değeri". Kullanım değerine ilişkin değer yargıları kişiden kişiye, gruptan gruba değişebilmektedir. Örneğin bir sanat nesnesinin ESTETİK değerinden söz edildiğinde, o ürünü oluşturan bileşenlerin KOMPOZİSYON'u, BOYUT'ları, ölçeği, RENK'i, DOKU'su, UYUM'u vb. Sanat ve estetik kavramıyla ifade edilen, öznel nitelikli göreceli kıymeti anlaşılmalıdır. Bir mimarlık ürününün ön kullanım değeriyse o ürünün PERFORMANS' ı yani kullanım sırasında ortaya çıkan fiziksel, psikolojik, örgütsel, estetik vb gereksinmelere yanıt verebilme durumuyla tanımlanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir ürünün bir meta olarak ekonomik değerinden (değişim değeri) söz edilebilir.
DEFORMASYON : Konunun özelliğini bozmadan, konuyu daha etkili anlatabilmek için bazı yerlerini olduğundan fazla göstermek. Resimde biçimi bozma.
DEFORMALİZM : Anti-formalist çalışmaların içeriğinden karikatürümsü sürreal deformasyonlarından gelir. Resimde kargaşa ve kötü beğeni için kullanılan bir terim.
DEJENERE SANAT : Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti’nin modern sanatlar için kullandığı bir terim.
DEKALKOMANİ : 1930' larda Oscar Dominguez' in (1906-58) GERÇEKÜSTÜCÜLÜK akımının OTOMATİZM kavramından yola çıkarak oluşturduğu teknik. Bu teknikte boya kalın bir fırçayla ince bir kağıdın üstüne sıçratılır ve kurumadan ikinci bir kağıtla yavaşça sürtülerek gelişigüzel dağılması sağlanır. Daha sonraları ERNST tarafından YAĞLIBOYA' ya uygulanan bu tekniğin en önemli özelliği, yapıtın ön tasarımsız oluşturulmasıdır.
DEKLANŞÖR : Pozlandırma yapmak için obtüratörü çalıştıran düğme ya da kol.
DEKOLAJ : Duvarlara üst üste yapıştırılmış afiş ya da benzerlerinden koparılan parçalarla yapılmış bir tür KOLAJ. İlk kez 1950' lerde Alman sanatçı Wolf Vostell (d. 1932) bu türde çalışmalar yapmış, ayrıca Fransa'da AFİŞÇİLER de bu tekniği uygulamıştır.
DEKOR : 1.Süs. 2.Tiyatroda olayın geçtiği yeri anlatmak için kullanılan resimli perdeler (panolar) ya da eşyaların tümü.
DEKORASYON : Dekor yapma işi, iç mimari, süsleme.
DEKORATİF : Süslü, süsleyici.
DENEYSEL SANAT : 20.yy. sanat literatüründe “deneysel” terimi “yeni” , “cüretkar”, “tuhaf”, “kışkırtıcı” anlamına ve neredeyse avangart terimiyle aynı anlama gelmektedir.
DENGE (Balance) : Dengenin sanatta nasıl kullanıldığı "tahtaravalli"yi modeli ile kolayca anlayabilirsiniz. Aynı kilodaki iki kişi "simetrik" olarak oturduklarında oluşan denge, farklı kilolardaki kişilerle de "asimetrik" oturmalarla sağlanabilir; bu ikinci hal "dinamik denge" olarak da nitelendirilebilir.
DERECELENDİRME (Gradation) : Tonlarla, taramalarla vb. ile dereceli etkilerin yaratılması.
DERİNLİK (Depth) : Resimde oluşturulan planlar ile elde edilen derinlik duygusu veya yanılsaması.
DESEN : Herhangi bir resmin çizgi(kara kalem) ile ifade edilmesi.
DETAY : Bir bütünün en küçük parçaları, en ince noktaları, ayrıntı.
DETRAMP : Kuru sıva üzerine zamklı boya ile yapılan duvar resmi.
DEVİNİM (Movement) : Resim sanatında resim düzlemi üzerinde yer alan betilerin yoğunlaşıp seyrelmesinden ve pozlarından kaynaklanan durağan dengenin bilinçli biçimde bozulması etkisi.
DIŞ SINIR (Contour) : Bir biçim (shape)in veya hacim (form)in dış çizgisi veya en dış kenarı ('siluet'i).
DİMETRİ (Dimetry) : Aksonometrik perspektifin bir türü. Üzerinde çizimi yapılacak nesnenin en, boy ve yükseklik ölçülerinin alındığı eksenler, dimetride birbirleriyle izometridekinin aksine eşit açılar yapmazlar. Dolayısıyla, nesnenin iki boyutunun ölçüleri aynı oranda küçültülerek çizilirken, üçüncü boyutu bunlardan farklı oranda küçültülür.
DİSİPLİNLERARASILIK : Disiplinlerarasılık bir çalışma iki ya da daha fazla artistik, bilimsel ya da diğer akademik disiplin gerektirir. Bir araştırma yaparken disiplinlerarasılık çalışmalar, akademik bir bağlam içerisinde farklı çalışma alanlarından teorileri ve metotları benimser.
DİSİPLİNLERARASI SANAT : (Performans Sanatı)Sanat disiplinleri arasındaki sınırları kaldırmak ve “belirli bir sanat türü ile sınırlı olmadan, kendi kavramsal arka planına uygun olarak ve izleyicinin de tamamlaması ile kendine ait yeni bir estetik ve yeni bir anlam bağlamı” meydana getirilmesidir.
DİSSONANCE : Tek rengin tonları arasındaki sıcak lekelerin oluşturduğu etki.
DİYAFRAM : Işığa karşı duyarlı filmin ne kadar ölçüde ışık alması gerektiğini kontrol eden objektif üzerindeki sistem./ Fotoğraf makinesindeki filmin üzerine ne kadar şiddette ışık düşeceğini ayarlayan bölümdür.
DİYOGONAL : Köşegen, köşe birleştirici.
DOKU (Texture) : Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü ve/veya hissedilmesi, ki düz ve/veya parlaktan kaba ve/veya mata kadar çeşitlenebilir.
DOMİNANT : Bir kompozisyonda konunun ve resmin ilgi, hakim noktası.
DOMİNANT RENK : Bir resimde görsel ilgiyi çekme noktasını oluşturan en etkin renk.
DUCTUS : Latince olan bu terim, bir sanatçının kendine özgü boya uygulama tarzını tanımlamak için kullanılmaktadır. Ressamın fırçayı kullanma tarzını ve hızını gösterir.
DUVAR RESMİ : Bir duvar yada tavan yüzeylerine yapılan resimdir. / Fresk / Duvar yüzeyine yapılan her türlü resim.
DUYGUSAL SANAT KURAMI : Bu kuramsa sanatın anlamını, sanat eseri ve sanat izleyicisi arasındaki ilişkide ve sanat eserinin izleyende uyandırdığı duygusal etkide aranır. Büyük ölçüde duyguya önem vermektedir.
DÜZLEM (Plane) : MEKAN'ın iki boyutlu, düşey ya da yatay bir uzantısı. Mimari kompozisyonlarda somut değeri olsa da, RESİM'de mekan ve hareket yanılsamasının ön koşuludur. HEYKEL'de ise çok yalın geometrik biçimler dışında düzlem çokça ilgilenilen bir öğe değildir. Resimde tuvalin yüzeyi resimdeki mekanın en yakın boyutu olarak hissedilmekle birlikte, bu yüzeyin alt bölümü izleyiciye en yakın, en üstüyse en uzak mekanı içeren bir yer düzlemi olarak da yanılsanır. DERİNLİK yanılsamasını amaçlayam KOMPOZİSYON'larda ön plan, orta plan, arka plan anlatımları bunları algılatan farklı derinlik düzlemlerinin vurgulanmasıyla oluşturulur.
-E
EBRU SANATI : Kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatı./ kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır.
EGZOTİZM : Başka ülkelerin sanatlarına olan hayranlık.
EINFÜHLUNG KURAMI : Sanat yapıtlarının alımlanmasına ve psişik etkinsine ilişkin burjuva kuramı.Felsefi olarak öznel idealizme dayanan ‘‘Einfühlung’’kuramına göre ,sanatın imge özelliği önemsizdir.Bu görüşün ilk belirtilerine romantisizme rastlanmakla birlikte ,ilk kez (19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları arasına başlıcalıkla T.Lipps tarafında ) psikolojik burjuva estetik eğilimi içinde kuram olarak geliştirilmiştir.
EKLEKTİSİZM (Eclecticism) : Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden kullanılması eylemi. Sanatta farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Bu durum 19. yüzyılda çok yaygın biçimde görülür. Bununla birlikte, eklektisizm bir üslup değil, bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu halde, biçim malzemesinin devşirildiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden düzgeleştirilişi farklıdır.
EKORŞE (Ekorche) : İnsan ya da hayvan figürünü, kas yapısını göstermek amacıyla derisi yüzülmüş olarak betimleyen anatomik çizim. 15.yy'da Batılı sanatçıların anatomiye ilgilerinin artmasıyla atölyelerde, bu türden yapma modeller kullanma geleneği yerleşmişti. Özellikle LEONARDO DA VINCI gibi birçok sanatçı böyle modellerden çizim yapmıştır. Ekorşe figür çalışmalarının en önemli örneği, George Stubbs'ın (1724-1806) Anatomy of the Horse (1766; Atın Anatomisi) adlı ASİDE YEDİRME BASKI dizisidir. Stubbs bu çalışması için yaklaşık 10 yıl boyunca hayvan kadavralarını incelemiş ve 18 ay da çizim yapmıştır. Özgün çizimleri bugün Londra Kraliyet Akademisinde bulunan bu dizi, özellikle veterinerler ve hayvan ressamları arasında gerçeğe uygunluğuyla ün yapmıştır. 20.yy'da PARIS OKULU'ndan SOUTINE, Derisi Yüzülmüş Öküz (1920, Grenoble Müzesi) adlı resminde olduğu gibi bazı yapıtlarında ekorşe figürler kullanmıştır.
EKSENSEL (Aksial) : Bir eksen doğrultusunda ya da bir eksene göre oluşturulmuş kompozisyonları nitelemek için kullanılır. Örneğin, Rönesans resimleri eksensel bir düzen gösterir.
EKSPRESYONİZM : İfadecilik. Dışa vurum.
ENSTANTANE : Işığa karşı duyarlı filmin, ne kadar süre ile pozlandırılacağını tespit eden sistem.
ENTERİYOR : Ev içi resim.
ESKİZ : Bir projede, tasarımda veya sanat eseri niteliği taşıyan bir çalışmada, eserin son durumuna yakın ön hazırlık çalışmaları. / Eskiz, taslak çalışmalarından daha kapsamlı bir çalışma aşamasını ifade eder.
ESPAS : 1- Uzam / Bir resimde nesneler, formlar ve biçimler arasındaki boşluk, mesafe, ara, / Boşluktaki nesnelerin, formların ve biçimlerin birbirlerine göre ön-arka plan ilişkisi.2-Resimde derinlik etkisi, mekan.
ESTETİK : 1- Toplum ile doğada estetiksel olanın ; estetiksel değerler ile öznel estetiksel duyumsama ve duyguların ; estetiksel kültür ile estetiksel toplumsal bilincin; sanat ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkilerin; sanatsal düşünme ile sanatsal yapıların içerik ve biçimin temel özyanlarının ; çeşitli sanatlar ile bu sanatların karşılıklı ilişki ve özelliklerinin özü, yasaları, işlevleri ve tarihsel oluşma ve gelişme süreçlerinin bilimi. 2-Eşsiz güzellik / duyumsamak, algılamak.
ESTETİKSEL DEĞERLENDİRME : Bir sanat yapıtında gerçeklikteki görüşlerin tanınıp tanınmasına yönelik bildirimin ayrılmaz parçası.Sanat yapıtında Estetiksel Değerlendirme ile hakikat, sanat yapıtının düşünce kapsamını vareden , diyalektik bir birlik oluştururlar.Estetiksel Değerlendirme her şeyden önce ,estetiksel değer; güzel,trajik, komik vb. kategorileriyle ilintilidir. 315
ESTETİKSEL HAZ : Sanat yapıtları , sanat duygusuna sahip güzellikten haz alma yeteneğinde bir izleyici kitle doğururlar; bu yüzdende ta başından beri sanat , çok çeşitli yollardan haz alınacak bir gereksinim olmuştur.Kapitalist toplumlarda toplumsal üretim ile özel sahiplenme arasındaki uzlaşmaz çelişki ,yabancılaşmaya, dolayısıyla emek ile Estetiksel Haz arasındaki bir karşıtlığın doğmasına olduğu kadar ,özel haz alma yeteneğinin Estetiksel Haz’ın nesnesiyle içeriğinden ayrılmasına da yol açar. 317
ESTETİKSEL OLAN : Estetiksel-olan en geniş anlamda insansal kültürün bir öğesidir.Estetiksel-olan’ın oluşumu ,tarihsel gelişimi ve toplumsal işlevi, bilimsel estetiğin kendi konusudur.Genel olarak Estetiksel-olan diye güzel-olan gösterilir. 318
ESTETİZM : Güzel-olan ‘ın biimsel doğasını mutlaklaştırarak içeriksel bileşkenlerini küçümseyen ya da yadsıyan anlayış ya da tavır. 321
ETNOGRAFYA (Ethnography) : Toplumların kültürlerini inceleyen bilim dalı. Çoğunlukla ilkel toplulukları ve halk kültürünü ele alır.
ETÜT : Herhangi bir konuda derinlemesine, ayrıntılı araştırma ve inceleme / Resimde uzun süreli ayrıntılı çizim ve boyama alıştırmaları.
EXLIBRIS (Ex libris) : Bir kitabın başlık sayfasında yer alan ve sahibinin kim olduğunu gösteren özel simge ya da damga.
-F
FANTASTİK : Gerçek olmayan, hayal edilen.
FANTAZİ SANATI : Düşe, doğaüstüye, büyüye ya da kurgubilime başvurarak gerçeği hiçe sayan sanat.
FİGÜR : Resimde kullanılan canlı eleman / iki ve üç boyutlu çalışmalarda insan ve hayvan formunun kullanılması.
FİGÜRATİF SANAT (Figürative Art) : Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut yada nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir.
FİLTRE : Filmlerin üretildikleri renk ısılarında kullanılmamalarından kaynaklanan renk ve ton hatalarını gidermek için kullanılan saydam ya da yarı saydam malzeme.
FLAŞ: Fotoğraf çekimleri sırasında yeterli ışığı sağlamak için kullanılan aydınlatıcı cihaza Flaş denir.
FOLKLORİK YAPMA BEBEKLER : Osmanlı ve Anadolu insanının giyim tarzını ve yaşam şeklini, canlandıran bebekler yöresel kumaşlar kullanılarak ve aslına sadık kalınarak yapılmaktadır. Pamuk, Tahta, Kumaş vs. kullanarak ve tamamıyla elle şekil verilerek çalışılan bebeklerin hiçbir yerinde kalıp kullanılmamaktadır.
FORM : Bir şeyin dış biçimi ile birlikte, iç yapısına verilen ad. Nesnenin, içinin de nasıl bir yapıda olduğunu gördüğümüz, durumlar için kullanılır. Bu noktada biçim ve form birbirinden farklı kavramlardır. Üç boyutlu nesnelerin yapısal özelliği, boşlukta kapladığı alan.
FORMALİST : Biçimci
FORMAT : Genel biçim, ölçü.
FOTOĞRAF : Görüntünün(ışığın) bir mercekler sistemi aracılığıyla eczalı duyar kart üzerinde sabitleştirilmesiyle oluşan resimdir.
FOVİZM : Fransa’da etkili olan dışavurumcu resim üslubu olarak nitelenir. Bkz. Sanat Akımları.
FRESKO : Kireç ve mermer tozu karışımı yaş sıva üzerine yapılan sulu boya resim.
FRONTAL/ ALINSALLIK: Sanat yapıtında insan vücudunun ve özelliklede, omuzdan yukarısıyla başın tam ön cepheden betimlenmesi.
FROTAJ : OTOMATİZM doğrultusunda çalışan Gerçeküstücü sanatçıların uyguladığı "sürtme" tekniği. ERNST tarafından geliştirilen bu teknikte ahşap, taş ya da dokuma gibi dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kağıda siyah ya da renkli bir malzeme sürtülerek dokunun kağıda geçmesi sağlanır. Böyle elde edilen rastlantısal desenler resimsel tasarımın temelini oluşturur. Türkçe'de "sürtme" ya da "ovalama" terimleriyle de karşılanır.
FÜTÜRİZM : Zamana bağlı çeşitli durumlar ile çeşitli yaşantıları birleştiren görüş.
-G
GALERİ : Sanat eserlerinin konulduğu ya da sergilendiği salon.
GEÇİŞ : Yan yana gelen BİÇİM'lerin farklı nitelikleri arasında uyum ve algı sürekliliğini sağlayan geçiş ya da uyarlama için kullanılan terim; özellikle klasik KOMPOZİSYON'larda bütünlüğü bozmamak için önemlidir.
GESTUEL : İnsan devinim ve davranışını renksel ve biçimsel yorumlamaya yönelik görüş.
GLAZE : Seramikte, bisküvi üzerine uygulanan renkli ya da transparan; cam gibi ince mineral tabaka için kullanılan terim.
GLIPTIC : Sözcük anlamı; boşaltmak, kazımak olup, genellikle taş işçiliğinde kullanılır / Mühür kazıma.
GOMALAK : Hindistan'da yetişen bir bitkiden üretilen ve ispirtoda eritilerek mobilya yapımında kullanılan bir çeşit zamk.
GOTİK : 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar devam eden Avrupa Orta çağ sanatında bir stil.
GÖLGE-IŞIK IŞIK DÜZENİ ya da DAĞILIMI (Light and Shade Effect) : Yalnızca batı resim sanatına özgü bir kavram olan "gölge-ışık düzeni", sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan bir yanılsama tekniğidir. Resimsel yapıtın içerdiği tüm betiler, bu teknik sayesinde bir kısmı gölgeli, diğer kesimleri ise aydınlıkmış izlenimi verecek biçimde betimlenirler. Böylelikle, bir yüzey sanatı olan resmin üç boyutlu nesneleri ifade etmekteki yetersizliği bir ölçüde giderilmek istenmiştir. Gölge-ışık düzeni Batı sanatının çeşitli dönemlerinde farklı bir tutumla gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Rönesans resimlerinde betiler tek ve noktasal bir ışık kaynağından aydınlatılmış nitelikte betimledikleri halde, Barok'ta hemen hemen her beti ayrı ışık kaynaklarından aydınlanmış gibi resmedilmiştir. İzlenimci resmin ortaya çıkışı sonrasında gölge-ışık düzeni bütünüyle kullanım alanından çekilir ve Modern Sanat'ta hiç görülmez. Son yıllar Yeni Gerçekçilik gibi bazı figüratif akımlar bu tekniği yeniden gündeme getirmeyi denemektedirler.
GÖRSEL ALGI : Görsel duyunun birincil öneme sahip olduğunu algılama biçimi.
GÖRÜNÜŞ : Bir yapı veya herhangi bir nesneyi geometrik ve düşey iz düşümlerle gösteren ölçekli çizim.
GRAFİK SANATLAR : Resim, heykel, mimari ve dekoratif sanatlar gibi plastik sanatların önemli kollarından biridir. Diğer sanat dallarında estetik ön planda olduğu halde grafik sanatlar estetik ve mekaniğin iç içe olduğu bir sanat dalıdır, çünkü bu sanat dalında yapılan her iş baskılanmak (kopyalanmak) için yapılır. Baskı da bir teknik gerektirdiğinden o tekniği bilmek gerekir. Resim, fotoğraf, yazı ve karikatür sanatlarından yararlanan bu sanat dalı diğer sanatlardan farklıdır.
GRAFİTO : Kazıma yöntemiyle çanak çömlek süsleme.
GRAFİTİ : Stilize edilmiş insan figürleri, çeşitli yazılar ve renklerle, özellikle kent sokaklarına uygulanan, kendiliğinden anlatım biçimi.
GRAVÜR : Metal levhanın kazılmasıyla yapılan baskı tekniği. / Ahşap ya da metal baskı kalıpları ile, kazı resim tekniği kullanılarak yapılmış
sanatsal ürün.<>
GREN : Fotoğrafın üzerindeki keskinlik, kumluluk oranı. Gren arttıkça kumluluk artar.
GRİFON : Baş ve kanatları kartal, gövdesi aslan biçiminde mitolojik yaratık.
GRİZAY : Gri tonların kullanıldığı tek renkli resim.
GROTESK : 1- Tiyatro da karikatürleştirme işleminin özü olan grotesk, seyirciyi yabancılaştırarak tuhaf ve şaşırtıcı biçimlerle karşıt görüntüleri birleştirerek güldürmeye yönelen, ussal dizgeye karşı çıkarak, ussal bir sonucu getiren, temelde ciddi, ama görünüşte gülünç ve abartılı olan biçim. 2- Alaycı,gülünç,akıl dışı.
GÜZEL OLAN : Temel estetiksel değer kavramı.Kökence , ‘‘güzel’’ kavramı ‘‘baktırmak’’ , ‘‘baktırmak’’, ‘‘albenili olmak ‘’kavramlarıyla yakın anlamlı kullanılmıştır.Güzellik kavramının maddeci estetikte,güzel-olanı ya yalnızca sanat yapıtlarına ya da ‘‘sanatta güzelin özerkliği’’nden yola çıkarak sanat yapıtını belirlemeye çalışan estetiklerden ayrı bir yeri vardır.Maddeci estetik, güzel-olanın yalnızca sanat biçiminde var olduğu görüşünde olmadığı gibi , sanatında yalnızca güzel olanca belirleneceği görüşünde de değildir.Güzel olana ilişkin yaşantı, insan etkinliğinin,insanın yaratıcı bir gücünün sonucudur.
-H
HACİM (FORM) : Heykel gibi, mekanda yer işgal eden bir kütleye veya hacime dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modle etme (modelling) veya tarama(hatching) gibi teknikler kullanırlar.
HAREKET (MOVEMENT, DYNAMISM) : Enerjisi veya gücü var gibi görünen , resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır.
HAT : Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı.
HATTAT : Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan sanatçı” anlamına gelen “hattat” adı verilir.
HAPPENING : Önceden tasarlanmamış, anlık dürtülerle yönlendirilen ve bir toplulukça gerçekleştirilen sanatsal eylem.
HAVA PERSPEKTİFİ : "Atmosferik Perspektif" olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik YANILSAMA'sı. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur.Bir terim olarak ilk kez LEONARDO da VİNCİ tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ'dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei'deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy'daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy'da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy'da Vinci'nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve TIZIANO'ydu. 17. yy'da RUBENS, CLAUDE LORRAIN, Albert Cuyp ve HOBBEMA özellikle MANZARA resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.TURNER olmuştur. Turner' in resimlerinde sonsuza uzanan MEKAN duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra MONET ve İZLENİMCİLİK'in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır.
HEYKEL : Çeşitli maddelerden yontulmak, yoğrulmak yada kalıba dökmek suretiyle yapılan ve bir düşünceyi canlandıran üç boyutlu sanatsal obje / Üç boyutlu sanat yapıtları.
HUE : Bu tanım kırmızı, sarı, yeşil, mavi gibi renk skalasındaki değişik dalga boylarını anlatır.
-I, -İ
İDEAL : Bir işte veya bir çalışmada amaç edinilen üst düzey hedef.
İDEALİZM (Idealism) : İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir idea' nın tasarımıdır. Platon' a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçmlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır. İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma' da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans' ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır.
İDEOGRAM : Bir düşünceyi betimlemek için kullanılan; grafik ya da resim gibi basit gösterge.
İDOL : Çok tanrılı dinlerde küçük tanrı yada tanrıça heykelciği.
İKON : Ortodoks kilise sanatında Hz. isa ve Hz. Meryem ya da azizleri simgeleyen resim.
İKONOGRAFİ (Iconography) : (1) Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. (2) Simgesel dil.
İLLÜZYON : Yanılsama.
İMGE : Yazınsal ürünlerde, dile getirilmek isteneni daha canlı, daha etkili, duyumsanabilir, göz önüne getirilebilir bir biçimde anlatmak için, onunla baka şeyler arasında kurarak zihinde canlandırılan yeni biçimlerdir. Zihinsel görüntü.
İMGELEM : 1- Önceden görülmüş varlıkların, yaşanmış olayların zihinde canlandırılması. Farklı kaynaklardan olanları bir araya getirerek yaratmaktır.2- İmgelerin birbiriyle olan ya da kurulabilen bağlantısını kurma yetisidir.
İMPERASYON : Düşünmenin ana maddeleri iç ve dış duyumlar.
İRONİ : Alaysılama, alaya benzer ciddi olmayan tutum.
İSKELET : Bir yapı,anıt,heykel mobilya v.b. nin taşıyıcı strüktürü.
İSTOMP : Kara kalem çalışmalarında yumuşak bir ton elde etmek için kullanılan kağıttan yapılmış kalem.
IŞIK - GÖLGE (Chiarascuro) : Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci' nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır. Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkanlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir.
İZOKEFALİ : Bir kompozisyon' da tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizzaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle YUNAN sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, RESİM ve GRAFİK SANATI'nda da geçerlidir.
-J
JANR-TÜR RESMİ (Genre) : 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda' sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin her birinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir.
JANSENİZM : Dinsel öğreti. Günahla dolu olan insan bu günahlarından arınmak için tanrının bağını dilemek ve beklemek zorundadır. Jansenizm, kaderci, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşımdır. buna göre insanın hayatta yaptığı seçimler, kendi seçimleri değil, kaderin onu gönderdiği yolun bir parçasıdır sadece.
-K
KABARTMA : Bir düzlem üstüne tasarlanıp gerçekleştirilen heykel türü.
KADRAJ : Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır.
KALİGRAFİ : Güzel el yazısı.
KAOLEN : Porselen yapımında kullanılan kaliteli beyaz kil.
KAPALI KOMPOZİSYON (Closed Composition) : Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm "gerçeklik"in kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir "istif" içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler. Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok'ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar.
KARKAS : Ahşap, çelik ya da betondan iskelet yapı.
KARŞITLIK (Contrast) : Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir.
KARŞI SANAT : Dadacılar'ca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama kendileri bir üretime kalkışmazlar.
KAŞİ : 18. yüzyıla kadar Osmanlılarca Mimaride kullanılan Çiniye verilen isim.
KEÇE : Hayvansal liflerden genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur.
KISALTIM (Rakursi) : Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik duygusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. Kısaltımda, betimlenen nesneye ya da figüre belli bir uzaklıktan ya da alışılmadık bir açıdan bakıldığında ortaya çıkan biçim bozmalar yumuşatılarak tuvale aktarılır. Örneğin; yatan bir figürün ayak ucundan bakıldığında, ayaklar olduğundan büyük, baş da küçük görünür. Kısaltımı kullanan sanatçı, ayakları göründüğünden küçük, başı da o oranda büyük vererek biçim bozmaları yumuşatır. Sanat tarihinde kısaltımın en iyi bilinen örneği Mantegna'nın Ölü İsa adlı kompozisyonudur.
Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçe 'de yakın anlamlı olarak "rüküş" sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart'ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır.
KİL : Çapı; 0,005 mm'den küçük olan toprak parçacıkları. / Porselen ve seramiğin ana maddesi olan ve hidratlı Alüminyum Sülfat olan yoğrulabilen, kuruduğunda ise kırılmaya karşı direnç gösteren malzeme.
KİNETİK SANAT : Devingenlik niteliğine sahip heykel sanatı ürünü.
KLASİK : Her zaman için beğenilen, modası geçmeyen, eskimeyen eserlere verilen ad.
KOLAJ (Collage) : Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da fotografik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur.
KOLAJ BASKI ( Kolografi) : Bu teknik geniş parçaların metal ve tahta baskı plakası üzerine yapıştırılarak ayrı ayrı parça etkisi bırakacak şekilde baskının gerçekleştirilmesidir.
KOMPOZİSYON (Composition) : Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi - bir ölçüde iskelete benzetilebilir - vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı.
KONSTRÜKSİYON (Costruction) : (1) Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. (2) İnşa etme etkinliği. Yapım.
KONSTRÜKTİVİZM : Resim,Heykel ve mimarlık alanına egemen olmuş bir sanat akımı.
KONTRAPOSTO ya da KONTRAPOST (Contrapposto) : Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca "contrapposto"dur.
KONTRAST : Siyah-beyaz arasındaki ton farkı veya konu üzerinde görülen parlak ışıklarla gölgeli kısımlardan yansıyan ışıkların oluşturduğu açıklık-koyuluk farkına verilen addır.
KONTUR (Contour) : Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin silüetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar.
KROKİ (Sketch) : Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. "Eskiz" sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir.
KROMATİK (Cromatic) : Sanat yapıtında "renkli" anlamında niteleyici olarak kullanılır.
KROMETERAPİ : Renklerle tedavi.
KURGU : Bir sanat eserinde, eseri meydana getiren sanatsal öğelerin sanatçını isteğine ve yaratıcılığına bağlı olarak bir araya getirilmesi.düzenlenmesi ve eserin bütünlenmesi.
KUROS : Çıplak genç heykeli / Grek dilinde : Delikanlı, genç.
KÜBİZM : Kendini geometrik dille ifade eden bir sanat akımı / Doğa görünüşlerinin geometrik parçalanmaya tabi tutup, tablo yüzeyini doğa unsurlarından kurtararak yeniden inşa etme anlayışı.
KÜRATÖR : (Latince: curatus; İngilizce: curator): Bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticidir. Çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi anlamında kullanılır. Bu anlamda küratörler, bir koleksiyonu arzuladıkları bir etkiyi yaratmak amacıyla düzenlerler. Serbest küratörler (freelance curator) ise herhangi bir galeri veya müze adına çalışmayan, çağdaş sanatta nispeten yeni ortaya çıkmış kişilerdir. İsviçreli Harald Szeemann bu tür küratörlere verilebilecek örneklerdendir. Günümüzde, sanat kurumları, karşılarına çıkan finansal konulardan teknolojiyle ilgili uygulamalara kadar birçok sorun karşısında küratörlerin rolünü tekrar gözden geçirmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonuçlarından birisi ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelerde verilen küratörlük uygulamaları dersleridir. Bağımsız küratörler kendi özel yöntemleriyle sergiler oluşturmaları için veya ortak çalışma amacıyla galeri ve müzelerce davet edilebilmektedirler.
-L
LAHİT : İçine ölülerin konulduğu özel sanduka
LASCAUX : Fransa'nın Dordogne bölgesinde, Montignac yakınlarındaki Vezere vadisinde, içindeki çok önemli tarih öncesi duvar resimleri ile ünlü mağara.
LAVİ : Sulandırılmış tek renkle ya da mürekkeple yapılan çalışma. / Siyah, kahverengi ve çini mürekkebi gibi koyu renk boyaların sulandırılması ile elde edilen ve açıktan koyuya doğru pek çok değerler sağlayan resim çalışması.
LEKE : Resim yüzeyi üzerine boya ile yapılmış herhangi bir iz.
LİTOGRAFİ : Taş baskı / Litografi sözcüğünün kökü eski Yunanca olup “taş üzerine yazılmış” anlamına gelir. Mikroskobik deniz hayvanlarının kireçtaşı kabuklarından meydana gelmiş yer tabakalarının basıncı altında ve milyonlarca yılda oluşmuş doğal taşlar baskı kalıbı olarak kullanılır.
LİNOL BASKI : Düz baskılı grafik tekniği.
LOKAL RENK (mevzil renk) : Bir cismin natürel görüntüsünü vermekte kullanılan renge "local renk" (mevzil renk) denir.
LUSTRE : Parlaklığın, ışıklılığın çeşitlemeleridir.
-M
MAKET : Var olan yada tasarlanan bir yapıtın tümünün ya da bir bölümünün ya da bir yapı elemanının, ölçekle küçültülerek ya da büyültülerek yapılan üç boyutlu temsili modeli.
MAKİNA DEVRİMİ : 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar olan endüstriyel gelişme.
MANIERISM : Rönesans anlayışını takip eden süreçte ve daha sonrasında Avrupa'ya ve Avrupa ülkelerinin deniz aşırı sömürgelerine uzun sure hakim olan barok sanattan önce kısa bir sure için etkin olan akıma manierism denir.
MEKAN (Space, Espas) : Uzayın sınırlanmış parçası. Mimarlık mesleğinin konusunu oluşturur. Aynı zamanda, mekan bir mimari ürünün vazgeçilmez tek niteliği, bir mimari ürünü var eden temel koşuldur. Bir mekan oluşturmak için onun mutlaka her yönden kesin engellerle sınırlanması gerekmez. Mekanı oluşturan sınırlama fiziksel olabileceği gibi, yalnızca görsel de olabilir. Örneğin, ışık herhangi bir somut engel niteliği taşımadığı halde, bir mekanı belirleyebilir. Mekan yalnızca bir yapının "içi" olarak düşünülmemelidir; yapıların tek başlarına ve diğer yapılarla birlikte oluşturduğu bir "dış mekan"da söz edilebilir. Ayrıca, mekan bir mimari ürünün dördüncü boyutudur. Bir yapıyı üç boyutlu bir kitle olmaktan çıkaran özellik bir mekana sahip olmasıdır. Yapı onun sayesinde, en, boy ve yüksekliğin ötesinde bireyin devingenliğinden kaynaklanan anlık yaşantılarla edinilen bir mekan boyutu kazanır. Mekan boyutunun kişinin devingenliğinden ötürü, sayısız yaşantılar yaratabilme niteliği mimarlıkta birinci boyuttan bahsedebilmeyi olanaklı kılmaktadır.
MİMESİS : Görülen şeylerin taklidi anlamına gelen bir terim olan mimesis, Türkçede “yansıtma” ya da “öykünme” terimleriyle ifade edilmektedir.
MİNYATÜR : 1-Ortaçağ Avrupa’sında el yazması kitapların bölüm başlarındaki ilk harfler “minium” denilen maden kırmızısı (sülüğen) ile boyanıp süslenirdi. Daha sonraları kitapları süslemek için yapılan resimlere de bu ad verilmiştir. 2- Çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. / Özel yöntemlerle işlenmiş küçük boyutlu resim.
MİNİMAL SANAT : Soyut sanatın vardığı en uç nokta.
MİTOLOJİ : Bir milletin uydurduğu ve inandığı efsanelerin tümü.
MODEL : Bir sanatsal çalışmada anlatılmak üzere seçilen nesne.
MODELAJ - MODELASYON : Kil ya da balmumu gibi yoğrulabilen malzemelerle üç boyutlu plastik biçim oluşturma anlamına gelir. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar.
MODERN : Geleneksel olmayan, çağdaş görüşü ifade eden.
MODLE (Modülasyon) ETME (Modelling) : Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği.
MODÜLASYON : Resimde ışık-gölge, degredasyon ya da çeşitli ilişkiler kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ya da üç boyutlu bir forma sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği..
MONOKROMİ (Monochromy) : Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır.
MONOGRAM : Herhangi bir kişinin ya da sanatçının isminin baş harfleriyle yapılan düzenleme.
MONOTİPİ BASKI : Boyalı cam veya metal levhalar üzerine kağıt bastırılarak uygulanan baskı tekniği. bkz. Resim Bilgileri/Monotip baskı.
MOTİF (Pattern) : 1- Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad. 2- Eseri meydana getiren parçalardan biri. 3-.Tezyinatta süs teşkil eden ayrı ayrı biçimlere verilen ad.
MOZAİK : küçük renkli cam ve taşların yüzey tabakasına yan yana yerleştirilmesi ile oluşturulan bir resim türü.
MULAJ (Moulage, Impression) : (1) Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. (2) Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. (3) Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp.
MULTİPLES : Çoğaltılmış nesneler; 20. yüzyılın ortalarına değin, yalnızca döküm heykellerle grafik sanatları ürünlerinde sınırlı olarak uygulanan "Çoğaltma" yöntemi. bu tarihten sonrada başka sanat ürünleri içinde kullanılmıştır.
MÜZE : Sanat ve bilim eserlerinin görülüp yararlanılması için sergilenen yer.
MSURHMK (kıs.) : Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu
-N
NAİF RESİM (Naive Painting) : Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta "masum bir gözle" algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim' in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses'dir.
NAKKAŞ / MUSAVVİR : Minyatür sanatçısı.
NATÜRMORT : Ölü doğa resmi.
NEGATİF : Çekilen konuların ters tarafa görüntü veren özelliğe sahip film görüntülerine negatif denir.
NEFT YAĞI : Sakız ağacı cinsi bir ağaçtan ya da çam ağaçlarından çıkarılan reçineli bir sıvıdır. Bu maddeyi imbikten çekerek elde edilen sıvıya terebentin denir. Toz boyalardan yağlı boya yapmak ve boyaları sulandırmak için kullanılır. Boyalar neft yağında eritildikten sonra içerisine bezir yağı katılmak suretiyle koyulaştırılır. Neft yağı yağlı boyayı çürüttüğü için fırçaları ya da boyanın buıaştığı yerleri temizlemeye yarar. Yağlı boyanın çabuk kuruması için de az miktarda neft yağı ile karıştırılabilir.
NEOKLASİZM : Yeni klasisizm
NOKTA : Küçük ve merkezi nitelik gösteren dairesel leke veya benektir. / Merkezi dengeye sahip bir yüzeysel etki öğesidir.
NONFİGÜRATİF SANAT (Non-Figuritive Art) : Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde varolurlar. "Non-figüratif sanat" sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının "betisel olmayan sanat" oluşu nedeniyle, "nonfigüratif" nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir.
NÖTR RENKLER : Işığın tek bir dalga boyunu yansıtmayan tonlardır. Bu tonlar sadece karanlığın veya aydınlığın etkilerini "siyah-beyaz veya gri olarak" yaratan tonlardır.
NÜ (Nude) : Resim ve heykel sanatında çıplak kadın betisi. İlk olarak Antik Yunan ve Roma sanatlarında görülen nü, Ortaçağ'da hemen hemen ortadan silinir. Bu dönemde çıplak kadın betisi sadece Havva'yı ve cehennemde cezalandırılma sahnelerini resmetmek için kullanılmıştır. Rönesans nü'yü yeniden keşfederek geniş ölçüde uygulamıştır. Bu dönemden başlayarak kullanımı Avrupa sanatında hiç azalmadan sürer. İslam ve genel olarak Doğu sanatlarında ya hiç, ya da pek seyrek görülür.
NÜANS : Renk ayrıntısı, renk derecesi.
O-Ö
OBJE : Nesne / Üç boyutlu her şey.
OBJEKTİF : Görüntüyü film üzerine net olarak yansıtan ince ve kalın kenarlı merceklerden oluşan optik sistem.
OBTÜRATÖR : Objektiften film üzerine düşen ışığın süresini ayarlayan, otomatik olarak açılıp kapanan, siyah bez veya çelikten yapılmış perdedir. Verilen enstantane değerine göre açılır ve kapanır. Makinenin en kolay bozulan ve en zor tamir edilen parçasıdır.
OFSET BASKI : Bavyeralı Alois Senefelder’in 1799’da bulduğu litografik baskı (taşbaskı) tekniğinin rafine edilmiş biçimidir.Litografik baskı tekniğinin ticari biçimine “Ofset baskı” adı verilir.
OEUVRE (Oeuvre) : Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçe'de çok seyrek kullanılır.
OP SANAT : Hareket eden bazı şekillerin duvara aksettirilmesi ile oluşan hareketli resim.
ORAN (Proportion) : Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir.
ORYANTALİZM : Doğu konularını içeren, doğuya yönelik.
OTOMATİZM : İradeden bağımsız olarak ve hatta kimi zaman bilincin dışında gerçekleşen, kendiliğinden bir faaliyettir.
ÖNE ÇIKARMA (Emphasis) : Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması.
ÖZGÜN BASKI (Print) : Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır.
-P
PANO : Dekor ya da resim yapmak için kullanılan etrafı çerçeveli düz yüzeyler. Üzerine tanıtma ya da açıklama kağıtları tutturulmak üzere hazırlanmış olan levha.
PANORAMA (Panorama) : (1) Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. (2) Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799'da Paris'te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi.
PARADOKS : Çelişki. 3 . felsefe Düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen karşıtlık.
PARODİ : Ciddi olduğu varsayılan bir yapıtın bir bölümünü ya da tümünü koşutlukları koruyarak alaya alan, biçimini bozmadan ona bambaşka bir içerik vererek, özle biçim arasındaki bu karşıtlıktan gülünç ve eleştirel etkiyi var eden oyun biçimi.
PASTEL : En az miktarda zamk kullanılarak çubuk haline getirilmiş boya maddesi.
PASTİŞ : Direk bir kopya olmayan, ama başka bir sanat eserinden ödünç alınan tarz ve elemanlar kullanılarak yapılan sanat eseri.
PASTORAL : Kırsal alanlarda geçen, çoban yaşamını tasvir eden sanat eserlerini tanımlamak için kullanılan terim.
PATİNE : Bir nesnenin ya da yapının zamanla yüzeyinde oluşan renk, kir ve pas tabakası
PENTÜR (Painting) : Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır.
PERSPEKTİF (Perspective) : Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat, gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans'la birlikte ortaya çıktığı kesindir.
PEYZAJ : manzara / Görünüm / Sokak manzarasının sanatsal ifadesi
PİGMENT : Her türlü boyanın renk verici ana maddesi.
PİKTÜREL OLUŞUMLAR : Görsel etkinin, fırçanın geniş hareketleriyle verilmesi.
PİKTOGRAFİ : Bir nesneyi ya da düşünceyi bir resimle sembolleştirmek. Piktografik, yani resimli yazılar yazının en eski örnekleridir.
PİTORESK (Picturesque) : Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ'da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok'taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak "düzenlenmemiş", "el değmemiş" doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan "olduğu gibi" yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu "yabani" olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır.
PLÂN : Bir nesnenin ya da yapıtın yatay bir düzlem üzerindeki izdüşümü. Milattan 1500 yıl öncesine ait Mezopotamya tabletleri üzerinde bile planlara rastlandığına göre, kullanımının çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Eski Mısır'da da bilinirdi. Antikite'de özellikle de Roma'da plan yapımı mimari etkinliğin önemli bir parçasıydı. Ortaçağ başlarında işe, 11. ve 12. yy.'a dek, mimari planlar yapımı tek çizgili basit krokiler çizmekten öteye gidemezdi. Bu durumun ik üslubun başlangıcıyla birlikte değiştiği ve plan yapımının yeniden ortaya çıktığı görülür. Rönesans'ta ise, plan vazgeçilmez bir mimari projelendirme tekniği olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. Türkiye ve İslam ülkelerinde mimari planların kullanımı konusunda elimizde pek çok bilgi olmasına karşın, Türkistan'dan 16.yy'a, Türkiye'den ise 18. yy'a ait bazı örnekler dışında, elde çizili belge yoktur. Bu örneklerde modüler bir ızgara kullanılmıştır.
PLASTİK : Biçimin işlenmiş boyutluk ve hareket kazanmış niteliği.
PLASTİK SANATLAR : Güzel Sanatlar. Genel olarak boşlukta yer kaplayan sanatlara verilen-ad. Mimari, Resim, Heykel plastik sanatlardır. Resim de, hacim ve kabartma etkisi uyandırdığı için plastik sanatlara girer.
PLASTİSİTE : Heykelin ya da inşa edilmiş bir formun üç boyutlu niteliği. Plastisite daha çok elle biçimlendirilebilen, kalıp alınabilen malzemenin niteliğine gönderme yapar.
PLEKSİGLAS : Saydam ya da yarı saydam cama benzer plastik esaslı levha.
POLİKROMİ (Polychromy) : Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler.
POLİPTİK (Polyptich) : (1) Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans'tan sonra poliptik yapılmamıştır. (2) Antik Roma'da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. (3) Erken Ortaçağ'da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter.
POP ART : 1950 ve 1960'larda önce İngiltere'de sonra ABD'de birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve kitle kültürünün imgelerini kullanan sanat akımı.
POŞAT (Pochade) : Türkçe'de çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca "Pochade" den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır.
POZMETRE : Fotoğraf çekimlerinde en uygun sonucun alınabilmesi için gerekli ışık ölçüsünü, enstantane ve diyafram değerini otomatik olarak gösteren cihaz.
POZİTİF : Çekilen konuların aynı renk ve görüntü de görünen, kimyasal olaylardan sonra da pozitif görüntü veren filmlere denir.
PRİMİTİF (Primitive) : 1. M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların çoğunlukla arkaik tarzda yapılmış resimlerine verilen ad. 2. Sanatta, kendini eğitmiş ve/ya resimlerinde sade bir üslup kullanan sanatçıların çalışmaları. 3. Afrika Zencileri, Okyanusya ve Amerikan Kızılderilileri'nin sanatı. Terim, bu anlamıyla üçüncü dünya ülkeleri sanatını aşağılayıcı bir niteliğe sahiptir.
PRİMİTİVİZM (Primitivism) : 1. İçinde primitif öğeler taşıyan sanat. 2. Rusya'da 1905 ile 1920 arasında gelişen, kübizm ve fütürizm düşüncesi ile Rus halk sanatının etkisinde gelişen sanat hareketi. Larinov, Goncharova ve Malevich'in ilk dönem çalışmaları örnek gösterilebilir.
PROFİL : Birşeyin yalnız yan taraftan bakıldığında görünen ve resmedilen şekli. Karşıdan görünüş şekline de cephe denir.
PROPORSİYON : Oran, nispet. Bir parçanın diğer parçaya ya da bütüne olan bağlantısı.
PROTOTİP : İlk örnek, model.
PÜRİZM : Arıtmacılık.
-Q
QUADRATURA (Quadratura) : Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yeraldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır.
-R
RAKURSİ : Nesnelere üstten yandan veya alttan bakış açısına göre oluşan ve nesneyi kısa veya daha uzun, büyük gösteren görünüş, Öndeki bölümlerin büyük,Uzaklaşan bölümlerin ise daha kısa ve dar görünmesi.
RASYONEL : Akla, mantığa dayanan kullanışlı.
READY-MADE (İngilizce) : Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı'nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir.
RENK (Color) : Üç temel renk vardır : kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır.
RENK (Hue) : Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak değinilirken kullanılır.
RESİM DÜZLEMİ (Picture Plane) : Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizm'in başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, "gördüğü biçimde" resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa, diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında "resmetmenin aracı" olan resim düzlemi, diğer toplumlar için "resmin amacı" dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır.
RESİMSİ (Painterly) : İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim. Almanca olan özgün biçimi "malerisch"tir. Rönesans'ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok'ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık - gölge düzeni betiyi vareden ana ögelerdir. Bu resmetme anlayışı "resimsi" olarak nitelenir.
RETROSPEKTİF (Retrospective) : Retrospektif, "geriye bakış" anlamına gelir. "Retrospektif Sergiler" ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir.
RİTM (Rhythm) : Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler.
RİTİM : Bir bütünü oluşturan, birbirine bağlı parçaların tekrarının sürekliliği.
ROKOKO : Barok anlayışının en son sureci içerisinde duyarlılık üst düzeye cıkmış ve bu süreç barok sanattan farklı özellikler göstermeye başlamıştır. Bu surece Rokoko adı verilir.
ROMAN SANATI : Latin ülkelerinde 5. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar devam eden ve Gotik Sanatı'ndan önce gelen sanat stilidir.
RÖNESANS SANATI : Avrupa’da 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılı kapsayan bir bilim ve sanat dönemi.
RÖLYEF : Kabartma.
RÖPRODÜKSİYON (Reproduction) : Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yeniden üretilmesidir.
RÖTUŞ : Eser üzerinde sonradan yapılan düzeltmeler.
-S, -Ş
SALON (Salon; Room) : Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre'daki Apollon Salonu'nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737'den Fransız Devrimi'ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863'te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon'un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881'de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir.
SANAT : İnsanların, doğa karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi araçlarla güzel ve etkili bir biçimde, kişisel bir üslupla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir.
SANATÇI : Sanat eseri üreten kişi / Yaratıcı eylemin estetik değerlendirmeye, düş gücüne ve özgünlüğe bağımlı olduğu bir sanatı uygulamakta özel bir yeteneği olan kişi.
SANATTA DİSİPLİNLERARASILIK : Bir sanat çalışmasında sanat alanları ile sanat dışı alanlar arasında ilişki kurmaktır.
SANAT DÜNYASI : Sanat kuramcısı Arthur Danto'nun 1964'te öne sürdüğü, daha sonraki yıllarda George Dickie tarafından geliştirilmiş; bir şeyin sanat eseri olarak kabul edilmesi için kendi içindeki özellikler dışında doğrudan bağlı olduğu düşünülen sosyal şebeke, ağ.
Birçok diğer ortam gibi sanatın da üretimi ve algılanması sosyal, kültürel ve ekonomik bir ağ içerisinde gerçekleşir. Bu ağın anahtar düğümlerinde sanat üretimi, sanat sunumu, sanat değerlendirmesi ve sanat satışının yer aldığı söylenebilir. Çok farklı şekillerde ve farklı amaçlarla üretilebilen sanat bu ağ sayesinde aynı ekonomiyi paylaşır. Kurumsal sanat teorisine göre bu ağın dışında sanat varolamaz. Sanat dünyasının işlevi, moda sistemine benzer bir sistem içinde, sanat olan ve olmayan arasındaki ikililiği sürekli yenileyerek tekrardan tanımlamak olarak görülebilir.
SANAT ESERİ : Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir.
SANATKAR : Bir işi ustalıkla yapar.
SANATSAL : Sanata ilişkin, sanatla ilgili.
SANAYİ DEVRİMİ : Yeni buluşların üretime uygulanması ve bunların en önemlisi olan buhar gücü ile çalışan makine, makineleşmiş endüstriyi doğurmuş ve bu da Avrupa’da sermaye birikimini arttırmıştır. İşte buna “Sanayi Devrimi” denilmektedir.
SANAYİ NEFİSE MEKTEBİ : 1881'de kurulan Güzel Sanatlar Akademisi.
SARAÇLIK : Koşum takımlarının yapımı, tamiri. Süsleme işlerine saraçlık denilmektedir.
SATİRİK : Hiciv niteliği taşıyan anlamına gelir
SATURASYON : Renklerin saflık derecelerini belirlemek için kullanılır.
SAVAT : Metal yüzey, özelliklede, gümüş üzerinde derin olmayan oyuklar açılıp içine siyah renkli bir eriyik doldurularak yapılan bezemedir.
SEMANTİK : (anlambilim) Soyut göstergelerin ve gösterge sistemlerinin içerikleriyle ilgilenir. Bu terim, felsefe, psikoloji, matematik, filoloji vb. de kullanılmaktadır.
SEMİOTİK : Dinsel resim ve göstergelerin genel sistemidir. Dört şekli vardır. 1.Sentaks(söz dizimi) göstergeler arsındaki bağlantılarla ilgilidir.2.Semantik(anlambilim) göstergelerle anlamları arasındaki bağlantılarla ilgilidir.3. Pragmatik yönü, kişisel üslup göstergelerle yaratıcıları, göndericileri ve alıcıları arasındaki bağlantılarla ilgilidir. 4. Sigmatik, göstergelerle bunların gösterdikleri arasındaki bağlantıları içerir.
SENKRONİZASYON : Deklanşöre basılmasıyla, flaşın patlaması ve obtüratörün açılıp kapanarak çekim işleminin aynı anda sağlanması, çakışmasına denir.
SENTEZ : Çeşitli bölüm parça ve farklı öğelerin bir araya getirilmesi ile oluşan farklı bir bütün. / Bir araya getirme ve ayrıştırma.
SERİGRAFİ : ipek Baskı ve Şablon baskı adlarıyla da anılan bu teknik Çin’de ve Japonya’da yüzyıllar önce kumaşlara baskı yapmak için kullanılmıştır. Bir çerçeveye ipek, sentetik iplik veya bronz telden ince bir dokuma gerilerek elde edilen eleğin basılmayacak yeri kapatılır. Oluşan kalıp kağıt üzerine oturtulur ve eleğin içine konan baskı boyasının sıyrılarak alttaki kağıda geçmesiyle baskı elde edilir. / Özel dokulu İpekli bir kumaş kullanılarak özgün baskılar yapma işlemi.
SERAMİK : Çini / Keramik / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı çömlek üretme sanatı. / Hammaddesi kil olan elde kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş ve fırınlanmış her tür eşya.
SFENKS : Başı ve gövdesi farklı yaratıklar biçiminde betimlenmiş düşsel yaratık betisi.
SFUMATO TEKNİĞİ : Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır.
SHADE (İngilizce) : Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge "shade" denir.
SICAK (Warm) RENKLER : 1- Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler. 2- Renk çemberinde dalga boyu yüksek olan renklere "sıcak" renkler adı verilir.
SİLUET : Bir cismin leke biçimindeki görünümü.
SİNKRETİZM (Syncrethism) : (1) Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. (2) Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu.
SİMETRİ, ASİMETRİ (Symmetry, Asymmetry) : Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eşdeş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eş deş olmadığı bir düzenlemedir.
SOĞUK (Cool) RENKLER : 1- Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha "cool" yapılabilir. 2- Renk çemberinde dalga boyları düşük olan renklere "soğuk" renkler denir.
SOYUT : Bütünün niteliğini dile getiren somutun zıddı olan soyut; soyutlanmış olanın, niteliğini ifade eder.
SOMUT SANAT : Geometrik bir kompozisyon anlayışını anlatmaktadır. 1930'larda konstrüktivistleri, ve De Stijl akımını anlatmak için kullanılır.
SOSYAL REALİZM : Toplumsal gerçekçilik.
SOYUT EKPRESYONİZM : Anlık kararlara dayanan bir eğilim.
SOYUT SANAT : Soyut sanat genel anlamıyla doğada varolan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir. Nonfigüratif sanat terimi ile değişmeli olarak kullanılır. 20. yüzyıl başında bu terim, gerçek biçimleri sadeleştirilmiş veya değiştirilmiş halleriyle imgelere indirgeyen Kübist ve Fütürist sanatı tanımlamak için de kullanılmıştır.
SPATULA : İspaula / Bir yüzeye boya, macun, alçı sürmek ve bunları ezerek yaymak amacıyla kullanılan enli ve çelik ağızlı ve tahta saplı alet.
STİL : Üslup.
STİLİZASYON : Herhangi bir sanat dalında biçimlerin bazı niteliklerini öne çıkarmak amacıyla vurgulamak, yalınlaştırmak ve yinelemekten doğan çok belirgin üslupsal bir abartma şekli.
STİLİZE : Özelliğini bozmadan basitleştirilerek yapılan resim ya da motif.
STRÜKTÜR : Bir nesneyi ya da yapıyı ayakta tutan taşıyıcı sistem / Yapı.
SÜRREALİZM : İnsanın bilinç altındaki ve rüyalarındaki dünyasını açığa vurması. Gerçeküstücülük.
ŞASİ : Tuvali bezinin üzerine gerildiği ahşap çerçeve.
ŞİDDET : Bir renkte bulunan ışığın cinsidir.
ŞÖVALE : Üstünde tuval yada benzeri taşınabilir resimlerin yapıldığı dayanak.
ŞÖVALE RESMİ (Easel Painting) : Şövale üzerinde yapılan ve taşınabilir boyuttaki küçük yağlıboya resim. 17. yy'da burjuvazinin gelişimi sonucunda yaygınlaşmış ve resmin evlere girmesine olanak vermiştir. Önceki dönemin dinsel konulara ağırlık veren büyük boyutlu resim yapıtlarına karşıt bir din dışı sanat anlayışının doğuşuyla eş zamanlı olarak belirmiştir.
-T
TASARIM : İnsanın merkezi sinir sistemi yoluyla nesnel gerçekliği düşünsel olarak yansıtılmasının bir biçimi.
TASLAK : Eskiz / Resim, heykel ve mimarlıkta yapıtın ölçeğini, kompozisyonunu ya da ışık etkileri gibi öğeleri belirleme amacı ile yapılan şematik nitelikli çizimi. /Tasarlanan ve planlanan ön çalışma.
TAŞİZM : Lekecilik.
TEKNOLOJİ DEVRİMİ : 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan endüstriyel gelişme
TELKARİ : İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir.
TEMPERA (İngilizce) : Boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü ve bu boya kullanılarak yapılmış resim. Tempera Ortaçağ'da sık kullanılmış, 15. yy'dan sonra yağlıboya resmin gelişmiyle birlikte ortadan kalkmıştır.
TERRACOTTA (İngilizce) : Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler.
TERS PERSPEKTİF (False Perspective) : Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı'da Rönesans'la birlikte ortadan kalkar.
TEZYİNAT : Süsleme, bir şeyi güzel göstermek için üzerine yapılan şekiller.
TINT (İngilizce) : Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir "tint"tir.
TİPOGRAFİK BASKI : Tipografik baskı tekniğinde; fotoğraf, illüstrasyon, yazı, sembol vb. görsel unsurlar için "klişe" adı verilen ve genellikle çinko, magnezyum ya da bakırdan üretilen kalıplar kullanılır.
TİFDRUK BASKI : Özgün baskı resim tekniklerinden biri olan gravürün ticari biçimidir.
TİPOLOJİ (Typology) : Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek ögelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna'larının bir tipolojisi yapılacabileceği gibi, mimarklıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir.
TON (Tone) : Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir.
TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM (Context) : Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir.
TOPOGRAFİK SANAT (Topgraphical Art) : Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960'larda beliren topografik sanat, özellikle ABD'de izleyiciler bulmuştur.
TOPRAK BOYA (Earth Colour) : Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır.
TORSO (İngilizce) : Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli.
TRANSFORMASYON : Bir şeyin biçimini ya da görünüşünü değiştirme.
TRİPTİK (Triptich) : Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yeralmış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir.
TROMPE-L' OEIL : Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l' oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır.
TUŞ (Touche) : Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların farkedilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm'dir.
TUVAL : Üzerine resim yapılan beyaz plastik boyayla boyanmış ve tahta çerçeveye gerilmiş kumaş v.b.
-U, -Ü
UFUK ÇİZGİSİ : Perspektifte göz hizası çizgisi. Kaçar noktaların üzerinde yer aldığı varsayılan hayali çizgi.
URNA (İngilizce) : Antik Roma'da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır.
UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA (Process) : Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri.
UYUM (Harmony) : Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky'e göre : "Armoni, kompozisyondur." Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir.
ÜSLUP : Stil -Tarz / Bir sanat ürününün belli bir sanatçıya, guruba, akıma, okula, döneme ya da yöreye özgü özellikleri barındırması. / Bir devrin, bir sanatçının kendine özgü sanatsal karakteristik özellikleri. / Biçem.
-V
VALÖR (Valeur, Değer) : Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir.
VANİTAS : Boş,beyhude anlamına gelen vanitas; hırıstiyan dunyasında, 16.-17. yuzyıllarda etkili olan bir resim stilidir.. bu stildeki resimler,başta yatak odaları olmak üzere evlerin çeşitli odalarına asılırlardı.. resimlerin özelliği, genellikle bir masa üzerinde zıtlıklar barındıran objelerin resmedilmiş olmasıydı..örnek olarak; masanın üstünde bir yandan çiçekler, paralar gibi dünyeviliği,geçiciliği vurgulayan objeler resmedilmişken, hemen yanında kum saati olsun, kafatası olsun ölümü hatırlatan simggeler bulunmaktaydı.. böylece memento mori geleneği uygulanmakta, yani ölümü hatırlatarak insanları dogru yola cagırma amacına hizmet edilmekteydi..
Vanitas'larda yer alan bazı sembollerin anlamları:
krallık tacı - gümüş kase : ruhsal boşluk
kanatlı kum saati - kapaklı boyun saati - söndürülmüş şamdan : zamanın akışı
küre : dünyanın ve dünyevi gücün sembolü
çarmıhta isa ve onun üzerinde duran tesbih : dua ile ilgili birer anımsatma işareti
kurukafa : fanilik
kurukafanın üzerinde duran mısır püskülü ve sarmaşıktan örülü taç : yeniden diriliş ve sonsuz yaşam
örümcek : narinlik
yılan ve kertenkelenin kurukafa ile yanyana olması : insanlığın yolundan çıkması
kara sinek : günah
yanan mum : isa'nın karanlığı dağıtan sembolü
çiçek buketleri : genel olarak fanilik anlamını taşır
boş şey beya boşluk sözcüklerinin karşılığıdır. insanın ölümlüüğünü ve bütün dünyasal zevklerin ve başarıların geçiciliğini simgeleyen nesnelerin yer aldığı ölü bir doğa resmidir. özellikle 17. yüzyıl hollanda ve ispanya sanatında populerdi.
VEDUTA : İtalyanca'da "görünüm" anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, "veduta ideata" ya da "capriccio" olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya'da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan CANALETTO, Venedik'in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco GUARDİ, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto'dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941'de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma'yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto'nun "Düklük Sarayı"yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow'un Londra'daki St. Paul Katedrali, Venedik'teki "Büyük Kanal'la Birlikte" adlı yapıtı sayılabilir.
VERNİK : Bir yüzeyi parlatmak için üzerine sürülen cila suyu. Vernik, ispirto ve terebentin ruhu içinde reçineli maddelerin eritilmesi ile elde edilir.
VİTRAY : Cam süsleme sanatı / Renkli camların bir kompozisyon oluşturacak biçimde kurşun şeritler aracılığı ile bir araya getirilmesi ile oluşan resim ya da bezeme türüdür.
VİZÖR : Fotoğraf makinesini konuya yöneltmeye, konuyu çerçevelemeye, netleştirmeye, çekimin sağlıklı bir şekilde gözle kontrol edilmesini sağlayan mekanizma.
-Y
YALAMA RESİM : Kurşun kalem ya da kömür kalemle yapılan resimler üzerine sulandırılmış çini mürekkebi ile açık-koyu değerler koyma tekniğidir.
YANILSAMA (Illusion) : Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yer alan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal öğelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında "yeniden üretilmesi" demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık - gölge ve modle gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez.
YARATICILIK : Özgün buluşlar ortaya koyma becerisi.
YONTMA TAŞ ALETLERİ : Prehistorik çağda insanların günlük etkinliklerini sürdürebilmek için taşları yontarak yaptıkları aletlerdir.
YONTU : Taş,tunç,mermer,kil,alçı gibi maddelerin yontularak kalıba dökülerek ya da yoğrulup pişirilerek ve buna benzer diğer yöntemlerle oluşturulan yapıt. Heykel.
-Z
ZEMİN : Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin BOYA'ya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. ASTAR'la karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini'ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy'da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı "De coloribus et artibus romanorum" (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya'da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso'ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy'da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy 'da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; bir çok sanatçı zemin üstüne "imprimatura" olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir.
ZIH : Şekillerin kenarlarına çekilen çizgi.
A TİPİ RENKLİ FİLM (Type A Colour Film) : 3400 derece K ışığına sahip yapay aydınlatmaya dengelenmiş filmlerin genel adı.
ABADİ KAĞIT : Ham ipekten yapılan bir kağıt türüdür. Dut ağacı elyafından yapılanları da vardır.
ABERASYON (Aberration ) : Görüntü bozulması
ABİR : Mürekkebe katılan koku verici madde. Yaygınlıkla Beyaz Sandal, Sümbül Kökü, İğde Çiçekleri, Turunç, Kırmızı Gül, Narenciye otları ile bir miktar dövülmüş Misk karışımıdır.
ABİDE : Eski dilde anıt
Önemli bir olay yada kişi - kişileri anmak, ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.
ABSTRE SANAT : Soyut Sanat
AÇIK KOMPOZİSYON (Open Composition) : Resim düzlemi üzerinde betimlenen gerçekliğin, gerçekte resmin sınırları dışında da sürüp giden doğal gerçekliğin bir parçası olduğu izlenimini verecek şekilde kompoze edilmesi. Kapalı kompozisyonun tam karşıtı bir sanatsal davranış biçimidir. Açık kompozisyon, asıl gerçekliğin tüm öğelerini resim düzlemi içine sığdırmayı amaçlamaz. Tersine, böyle bir çabanın olanaksız olduğunu varsayar. Açık kompozisyon doğadaki gerçeklik düzleminin bir kesimini içeren bir çerçeve gibi de düşünülebilir. Rönesans'ın aksine, Barok açık kompozisyonu yeğlemiştir.
ADJUNKTION: Eklenti. Kolaj, akümülasyon ve asamblajı da kapsayan bir sanat tekniğidir.
AFİŞ: Halkı bir düşüncenin, bir malın ya da bir olayın varlığı konusunda bilgilendirme amacıyla duvarlara asılan, yapıştırılan, resimli yazı ve ilanlara afiş denir.
AFTERİMAJ: Bir imgeye bir süre baktıktan sonra göz sinirlerinin bu imgeyi ilk imgeden sonra bakılan imgeye taşıyarak oluşturduğu görsel olguyu tanımlamak için kullanılan terim.
AĞAÇ BASKI: Bu baskı tipinde Kalıp olarak düzgün yüzeyli ağaç, oyma ve kazımaya elverişli muşambalar (linolyum / Linol baskı) kullanılır.
AKADEMİZM (Academicism) : Akademizm sözcüğü, bir sanat dalında her türden yeni atılımı yadsıyarak, değişmez olduğu varsayılan onaylanmış, standartlaşmış ilke ve kurallara uygun olarak çalışmak anlamında kullanılır. Yeni sanatsal arayışlara karşı çıkan bir tutumu ifade ettiği için, sözcük olumsuz niteliktedir.
AKROMATİK: Kromatik renklerin dışında kalan siyah, beyaz ve gri.
AKROLİT: Gövdesi ahşaptan yapılmış antik yunan heykellerini tanımlamak için kullanılan terim.
AKSAN : Resimde istenen kısmı, ışık, çizgi ve renk yardımıyla diğer kısımlara göre daha fazla belirtmek.
AKSESUAR : Sanat eserinde ikinci derecede kalan şeyler, detay, ayrıntı.
AKÜMÜLASYON: Rastgele objelerin sanat malzemesi olarak kullanılmasını tanımlamak için kullanılan terim.
ALINSAL: Resimde özellikle insan bedeninin omuzdan yukarısının tam cepheden yüz seksen derece ile bakmasıdır. Bizans resminde görülen izokefali özelliğinde vazgeçilmez unsuru olarak dikkat çeker.
ALLEGORİ (Allegory) : Bir öykü, bir düşünce ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlenişi.
ALTAMİRA : Kuzey ispanya'da Santonder'in 30 km. batısında, görkemli tarih öncesi duvar resimleri ve duvar kazımalarıyla ünlü mağara.
ALTIN ORAN (Golden Section) : "Altın Bölüm" ya da "Altın Kesit" de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, "altın sayı" adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ' dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy' da almıştır. Eski Yunanlılar' ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana , İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir.Altın Oran' ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanısıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında var olan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar , Altın Oran' a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir.
AMATÖR : Bir sanatı kazanç için değil, sırf zevk için yapan kimse, hevesli, meraklı.
AMBLEM : Bir şeyin yazı ya da resimle sembolleştirilmesi.
AMORF ( fr. Amorfe) : BİÇİM' i belirli bir düzene uymayan. Tanımlanması zor, düzensiz biçimlerde bulunan mineral, madde ya da nesneler için kullanılır.
AMULET (İngilizce) : Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan , doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısırlılar kendilerini kötü günlerden, düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için SKARABE, engerek başı, sembolik gözler ve KARTUŞ gibi amuletler kullanmıştır. Pek çok uygarlıkta da hematit, yeşim, ametis, LAPİS LAZULİ ve kantaşı gibi taşların kendilerine özgü koruyucu güçleri olduğuna inanılmıştır. Bir inanışa göre mercen, şeytanın evlerdeki kötü etkisini uzaklaştırma gücüne sahiptir. Hristiyanlıkta encolpia denen amulet , haçlar, aziz kemikleri vb. Dinle ilgili RÖLİK' lerdir. Boyna asılarak taşınanlar periapta, ikiye katlanabilenler pyctacium adını alır.
ANALİZ : Ayrıştırma , Çözümleme / Her hangi nesne konu veya durumun parçalar ve bölümler halinde ayrıntılı olarak incelenmesi.
ANAMORFOZ : Bir resmin belli bir bakış noktası dışında bozuk ve çarpık görünmesi.
ANATOMİ : Resim ve heykelde vücut yapısı.
ANIT : Abide / Önemli bir olay yada kişi - kişileri anmak. ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.
ANKOSTİK RESİM (Encaustic Painting) : Eriyik halde balmumu BAĞLAYICI ile PİGMENTLERİN karışımından elde edilmiş BOYA' larla yapılan RESİM türü. Romalı bilgin ve yazar Yaşlı Pilinus' a (MS 23-79) göre, mermer üstüne yapılan ankostik resimde pigmentler balmumuyla, fildişi üstüne yapılanlarda da (cero- strotum/ cestrotum) bitkisel kökenli saydam zamkla karıştırılıyor, cestrum ya da viriculum adı verilen bir tür SPATULA ile zemine yayılıyordu. Cestrum' un bir ucu sivri olduğundan fildişi üstüne ince çizgiler de çizilebiliyordu. Cauterium olarak bilinen ve ısıtılarak uygulanan yuvarlak uçlu bir aletle, boyalı zemin üstündeki spatula ve fırça izleri gideriliyordu. Antik Çağ' daki belli başlı resim tekniklerinden biri olan ankostik resim, MÖ 4. yy' da YUNAN sanatçı Pausias tarafından yetkinleştirilmişti. Günümüze ulaşan en önemli örnekler, MISIR' da el- Feyyum Vahası' nda ROMA dönemine ait mezarlarda bulunan Feyyum Portreleri' dir (2. yy). Ankostik tekniği erken Hristiyan Sanatı' nda da ( GEÇ ANTİK) kullanılmış, ancak 8. ve 9. yy' larda unutulmuştur. 19. yy' da Fransız koleksiyoncu Kont Caylus' un (1692- 1765) araştırmaları aracılığıyla canlandırılmak istenmişse de başarılı olunamamıştır. 19. yy' da Fransa ve İngiltere' de çeşitli karışımlar denenmiş, alman Ressam Julius Schnorr von Carolsfeld (1794-1872) orijinale en yakın karışımı uygulamıştır. Günümüzde yaygın olmamakla birlikte balmumu ve reçine bağlayıcılı bir karışım kullanılmaktadır.
ANLAMLAMA : Bir nesneyi bir varlığı, bir kavramı, bir olayı anlığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluş, gösterenle gösterilenin birleşme süreci.
ANONİM (Anonymous) : 1. Sanat tarihinde sanatçısı bilinmeyen yapıtlar için kullanılır. Özellikle, halk sanatı ürünleri anonim niteliktedir. 2. Antik Yunan dönemi öncesinde, Mısır ve Mezopotamya'da, tarih öncesinde sanat yapıtı anonimdir.
ANTİK : Eski yunan ve Roma dönemi ile bu dönemlerden kalan sanat veya mimari nitelemeler için kullanılan terim.
ARABESK : Girişik bezeme; Kıvrılarak, biribirinin içinden geçerek uzayıp giden yapraklı dalları andıran geometrik görünüşte birtakım biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri.
ARMATÜR : Bir malzemenin daha dayanıklı ve rijit hale gelmesi için içine yerleştirilen demir donatı.
ARKAİK : 1.ilk devir ve eserlerine verilen ad. 2.Yapıldığı tarihten daha eski zamanların işine benzeyen eserler.
ARKEOLOJİ : İlk uygarlığı araştıran ve inceleyen bilim dalı. Atölye Sanat çalışmalarının yapıldığı ışıklı salon ya da yer.
ART NOVEU : Üsluplaştırılmış bitkisel, eğrisel nitelikte bezeme anlayışı.
ASAMBLAJ ('assemblage') : Terim ilk defa Jean Dubuffet tarafından 1953'te doğal veya hazır malzemelerin parçalarından oluşturulan sanat eserlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bazı eleştirmenler bu terimin, iki boyutlu olan kolajdan ayrı olarak sadece üç boyutlu nesneler için kullanılması gerektiğini ifade etseler de konuda ulaşılmış bir fikir birliği yoktur. Genel anlamıyla asamblajın, fotomontajlardan mekan düzenlemelerine kadar geniş bir yelpazede yer alan sanat eserlerini kapsadığı söylenebilir.
ATMOSFER (Atmosphere) : Sanat yapıtının izleyici üzerinde bıraktığı etki, nedeni olduğu ruh hali.
ATÖLYE : Bir sanatçı veya mimarın, heykeltıraşın yapıtlarını tasarladığı ve ürettiği yer, stüdyo. / Küçük endüstri üretiminin yapıldığı ve genellikle sanatçıların çalıştığı ( Marangozluk, Demircilik) imalathane.
AURA : Bir kişi veya nesneye dair ayırdedici fakat doğrudan algılanamayan özellik, atmosfer. Sanat bağlamında ilk olarak Walter Benjamin tarafından 1936'da "Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri" isimli makalede; özgün, el yapımı sanat eserlerinin eşsizliğini dile getirmek için kullanılmıştır.
AVANGARD (Fransızca: avant-garde, avangard): Fransızca askeri bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir. Gerek Fransızca'da gerek diğer dillerde kültür, sanat ve politika ile bağlantılı olarak, yenilikçi veya deneysel işler veya kişiler anlamına gelir.
Avangart sanat, kültür, gerçeklik tanımları içindeki kabul edilmiş normları sarsıp sınırlarını değiştirmeyi amaç edinir. Bu normlar sosyal reformdan estetik deneyimlerin değişimine kadar çeşitlilik gösterebilir.
-B
BAHAUSE : Merkezi mimarlık olan 1940'larda açılan bir sanat okulu.
BAKIŞ AÇISI ( Viewpoint, Vantage Point) : Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta.
BALBAL : Hunların mezarları etraflarına diktikleri taşlara verilen ad.
BAROK : Formları şişirilmiş çıkıntılar biçiminde, yüzeyleri ise düzenli olmayan çıkıntılarla belirten, 1600 ile 1750 yılları arasındaki Avrupa'da oluşmuş bir sanat stili.
BEZEME : Bir yüzeyin daha güzel görünmesi için, üzerine yapılan işlemeler.
BEZİR YAĞI : Keten tohumundan çıkarılan yağ. Bu yağın kaynamamış olanına çiğ bezir ve kaynamış olanına kaynamış bezir denir. Çiğ bezir resim boyalarında, kaynamış bezir ise binaların ya da eşyaların ahşap kısımlarını boyamada kullanılan yağlı boyaların eziJip sulandırılmasında kullanılır.
BİÇİM (Shape) : Bir nesnenin görme ya da dokunma duyuları ile algılanmasını sağlayan kendine özgü gerçekliği, dışını oluşturan ve tek bir açıdan görünen şekli.
BİÇİM BOZMA (Distortion) : Özellikle GÜZEL SANATLAR'da, fotoğrafta (FOTOĞRAFÇILIK) ve dansta verilerini doğadan alan ve belirli normların ya da normal (olağan) biçimlerin bulunduğu kabul edilen görüntülerde biçimi abartarak sunma, " normal" in göstergelerini tümüyle yok etmeden değiştirme. Biçimbozmada amaç, daha güçlü bir etki yaratmak ya da güçlü bir anlatım sağlamaktır. DIŞAVURUMCULUK ya da ilk sanat gibi duygu ve anlatımın vurgulandığı, izleyiciyle iletişimin etkili olmasının amaçlandığı sanat türlerinde biçimbozma yoğun olarak kullanılmıştır. Öte yandan özellikle 20. yy' ın serbest yaklaşımı içinde PICASSO ya da H. MOORE gibi bir çok sanatçı biçim olanaklarını artırmak için, kaynakları doğa olsa bile biçimbozmayı bir araç olarak kullanmışlardır. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK' teyse biçimbozma, duygu ve düşlerdeki gerçekleri anlatabilmenin aracı olmuştur. Öte yandan YENİ- DIŞAVURUMCULUK gibi, "normal" kavramlara bağlı olmayan ve doğanın tüm görüntü kullanımlarından bağımsız biçim yaratan sanat üsluplarında biçimbozmadan söz edilemez; çünkü bu üsluplarda normalin ne olduğu hakkında belli ilkeler yoktur. Fotoğrafta biçimbozma çekim sırasında aynalar ya da merceklerle ya da çekimden sonra baskı sırasında mekanik ve kimyevi yöntemlerle görüntüyü değiştirerek elde edilir.
BİENAL : İki yılda bir düzenlenen faaliyet. Çoğunlukla kültürel veya sanatsal faaliyetler için kullanılan bir terimdir.
BİRLİK (Unity) : Resimde tüm öğelerin koordinasyonu ile asıl temanın, amacın vurgulanacağı bir birlik yaratılması.
BİYOMORFİK BİÇİM (Biomorphic Form) : SOYUT SANAT'ta geometrik biçimlerden çok bitki ya da hayvan biçimlerini anımsatan eğrisel dış çizgilerle oluşturulmuş biçimler. En tipik örnekleri ARP'ın resimlerinde görülür.
BOYA : Bünyesinde renk bulunan maddelere boya denir. Boyalar yapıldıkları yapıştırıcı maddelere göre isim alırlar: Yağlı boya, sulu boya gibi.
BOYUT (Dimension) : 1. Bir nesnenin uzunluk ölçüsüyle ifade edilebilen büyüklüğü. 2. Sanat yapıtında boyut kavramı, onun algılayıcıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Örneğin, resim sanatı iki boyutludur. Resmin betimlediği obje yüzeysel olmasa bile, sanat ürünü onu iki boyutlu bir yüzey üzerinde sunmakta ve izleyicide onu iki boyutlu algılamaktadır. Buna karşılık, heykel üç boyutlu bir sanat yapıtıdır. Mimari ürün ise dört boyutlu sayılmaktadır. Çünkü, mimari ürünü kullanan kişi onu yalnızca eni, boyu ve derinliği bulunan bir obje olarak değil, içinde eylemde bulunulan bir yapıt olarak algılamaktadır. Kişinin yapıt içindeki ya da dışındaki sürekli devingenliği onu tek bir noktadan algılanan diğer sanat ürünlerinden ayırmaktadır. Mimari mekan zaman içinde değişen konuma göre, farklı sanatsal yaşantılar edinilmesini sağlar. O halde, en, boy ve derinlik boyutlarına ek olarak mimari yapıtta bir de zaman boyutu söz konusudur.
BÜST : Heykel sanatında baş ve vücudun üst bölümünü gösteren heykel türü.
-C, -Ç
CANLI MODEL : Canlı hayvan ve insan vücudunun resme konu olarak seçilmesi.
CHIAROSCURO (Chiaroscuro) : Yağlıboya resminde keskin karşıtlıklar yaratacak biçimde düzenlenmiş ışık-gölge dağılımı. İlk kez İtalyan ressamı Correggio tarafından 16. yüzyılın başında kullanıldı. Caravaggio ve izleyicileri bu tekniği geliştirdiler. Georges de la Tour bu alanda ilginç örnekler verdi. Rembrandt ise, en büyük chiaroscuro ustası sayılır.
ÇAĞRIŞIM : Yeni bir algı eylemiyle; eski fakat yeni eyleme geçirilmiş bir algı arasında kurulan bağdır.
ÇELİK KALEM : Bakır, çinko, pirinç gibi yumuşak madenler üzerine resmi doğrudan doğruya oymaya yarayan çelik uçlu kalemler.
ÇEŞİTLİLİK (Variety) : Resimdeki ana temanın birliğinin çerçevesi içerisinde canlı ve zengin bir çeşitliliğin de elde edilebilmesi resmin albenisini arttıran önemli bir unsurdur.
ÇİNİ : Çin'den gelen / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı her türlü mimari eşya ve eşya üretme sanatı. / Seramik.
ÇİZGİ (Line) : Nokta olarak başlarlar ve her yönde "düz, kıvrımlı, kırık, kalın/ince, koyu/açık" olabilirler.
ÇİZGİ DEĞERİ : Çok çeşitli çizginin oluşturduğu, farklı etkiler uyandıran çizgi değişiklikleri.
ÇİZGİSEL (Linear) : 1. Bir yüzey üzerinde bir çizgi doğrultusunda yapılmış ya da düzenlenmiş betileri ve ya öğeleri niteler. 2. ince kontur çizgileriyle oluşturulmuş betileri ve bu tür betileri içeren resimsel yapıtları niteler.
ÇİZGİSEL KOMPOZİSYON (Linear Composition) : Hareket eden bir noktanın yüzeyde bıraktığı iz olarak tanımlanabilecek olan çizginin, kompozisyonda üstlendiği, formu ortaya çıkaran, hareketi ifade etme, dokuyu verme, dengeyi sağlama gibi rollerin başat olduğu türdeki kompozisyonlar "çizgisel kompozisyonlar" olarak tanımlanır. Sanatın ilk adımlarının, Lascaux mağarasında olduğu gibi, çizgiyle atıldığı ve çizginin özellikle perspektif kurallarının henüz yeterince bilinmediği Rönesans öncesinde önemli olduğu bilinir. Barok dönemde ışık-gölge kullanımının devreye girişiyle çizgisellik ışığın imkan verdiği ölçüde kullanılır. Bu dönemde konturlar, çizgisel kompozisyonlarda olduğu gibi belirgin olmaz. 19. yy'da Neo-klasik dönemde yeniden önem kazanan çizgi ve çizgisel kompozisyon Romantizm ile birlikte nerdeyse kaybolmuştur. Empresyonistler tarafından da tamamen kaldırılmıştır. Sanatçıların bireysel çıkışlar yaptığı 20. yy'da ise Henri Rosseau, Paul Klee gibi sanatçılar tarafından kendi belirledikleri amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır.
-D
DEĞER (Value) : Bir nesnenin maddi ya da parasal karşılığı, değişim ortamı ya da benzeri bir standarda göre tahmin edilebilen miktar; ayrıca, nesnenin gerçek ya da olması gereken kıymetine, YARARLIK'ına ya da önemine göre göreceli statüsü. Felsefe, hukuk, işletme, matematik, dilbilim, psikolinguistik, resim, müzik, sibernetik, televizyon gibi alanlarda "değer" sözcüğü değişik anlamlar taşımakta ve farklı tanımlanmaktadır. Felsefenin bir dalı olan "aksiyoloji", değerlerin estetikte, dinde, ahlakta ve metafiziksel alandaki tip ve nitelikleriyle ilgilenmektedir. Değer kuramıysa kıymetleri önem sırasına göre ayırıp sınıflandıran bir görüştür. Değerlerin nicel olarak ölçülebilme durumuna göre nesnel ve öznel değerlerden söz edilmektedir. Sanat ve mimarlık alanında mimari bir yapıya, bir sanat nesnesine ya da endüstri ürününe ilişkin iki tür değer tanımlanmaktadır. : Kullanıcının gereksinimini karşılamaya yönelik ürünün faydasıyla tanımlanan "kullanım değeri" ve mimarlık ya da sanat ürününün özellikle pazarlama ürünü olarak ortaya çıkmasıyla belirlenen "değişim değeri". Kullanım değerine ilişkin değer yargıları kişiden kişiye, gruptan gruba değişebilmektedir. Örneğin bir sanat nesnesinin ESTETİK değerinden söz edildiğinde, o ürünü oluşturan bileşenlerin KOMPOZİSYON'u, BOYUT'ları, ölçeği, RENK'i, DOKU'su, UYUM'u vb. Sanat ve estetik kavramıyla ifade edilen, öznel nitelikli göreceli kıymeti anlaşılmalıdır. Bir mimarlık ürününün ön kullanım değeriyse o ürünün PERFORMANS' ı yani kullanım sırasında ortaya çıkan fiziksel, psikolojik, örgütsel, estetik vb gereksinmelere yanıt verebilme durumuyla tanımlanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir ürünün bir meta olarak ekonomik değerinden (değişim değeri) söz edilebilir.
DEFORMASYON : Konunun özelliğini bozmadan, konuyu daha etkili anlatabilmek için bazı yerlerini olduğundan fazla göstermek. Resimde biçimi bozma.
DEFORMALİZM : Anti-formalist çalışmaların içeriğinden karikatürümsü sürreal deformasyonlarından gelir. Resimde kargaşa ve kötü beğeni için kullanılan bir terim.
DEJENERE SANAT : Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti’nin modern sanatlar için kullandığı bir terim.
DEKALKOMANİ : 1930' larda Oscar Dominguez' in (1906-58) GERÇEKÜSTÜCÜLÜK akımının OTOMATİZM kavramından yola çıkarak oluşturduğu teknik. Bu teknikte boya kalın bir fırçayla ince bir kağıdın üstüne sıçratılır ve kurumadan ikinci bir kağıtla yavaşça sürtülerek gelişigüzel dağılması sağlanır. Daha sonraları ERNST tarafından YAĞLIBOYA' ya uygulanan bu tekniğin en önemli özelliği, yapıtın ön tasarımsız oluşturulmasıdır.
DEKLANŞÖR : Pozlandırma yapmak için obtüratörü çalıştıran düğme ya da kol.
DEKOLAJ : Duvarlara üst üste yapıştırılmış afiş ya da benzerlerinden koparılan parçalarla yapılmış bir tür KOLAJ. İlk kez 1950' lerde Alman sanatçı Wolf Vostell (d. 1932) bu türde çalışmalar yapmış, ayrıca Fransa'da AFİŞÇİLER de bu tekniği uygulamıştır.
DEKOR : 1.Süs. 2.Tiyatroda olayın geçtiği yeri anlatmak için kullanılan resimli perdeler (panolar) ya da eşyaların tümü.
DEKORASYON : Dekor yapma işi, iç mimari, süsleme.
DEKORATİF : Süslü, süsleyici.
DENEYSEL SANAT : 20.yy. sanat literatüründe “deneysel” terimi “yeni” , “cüretkar”, “tuhaf”, “kışkırtıcı” anlamına ve neredeyse avangart terimiyle aynı anlama gelmektedir.
DENGE (Balance) : Dengenin sanatta nasıl kullanıldığı "tahtaravalli"yi modeli ile kolayca anlayabilirsiniz. Aynı kilodaki iki kişi "simetrik" olarak oturduklarında oluşan denge, farklı kilolardaki kişilerle de "asimetrik" oturmalarla sağlanabilir; bu ikinci hal "dinamik denge" olarak da nitelendirilebilir.
DERECELENDİRME (Gradation) : Tonlarla, taramalarla vb. ile dereceli etkilerin yaratılması.
DERİNLİK (Depth) : Resimde oluşturulan planlar ile elde edilen derinlik duygusu veya yanılsaması.
DESEN : Herhangi bir resmin çizgi(kara kalem) ile ifade edilmesi.
DETAY : Bir bütünün en küçük parçaları, en ince noktaları, ayrıntı.
DETRAMP : Kuru sıva üzerine zamklı boya ile yapılan duvar resmi.
DEVİNİM (Movement) : Resim sanatında resim düzlemi üzerinde yer alan betilerin yoğunlaşıp seyrelmesinden ve pozlarından kaynaklanan durağan dengenin bilinçli biçimde bozulması etkisi.
DIŞ SINIR (Contour) : Bir biçim (shape)in veya hacim (form)in dış çizgisi veya en dış kenarı ('siluet'i).
DİMETRİ (Dimetry) : Aksonometrik perspektifin bir türü. Üzerinde çizimi yapılacak nesnenin en, boy ve yükseklik ölçülerinin alındığı eksenler, dimetride birbirleriyle izometridekinin aksine eşit açılar yapmazlar. Dolayısıyla, nesnenin iki boyutunun ölçüleri aynı oranda küçültülerek çizilirken, üçüncü boyutu bunlardan farklı oranda küçültülür.
DİSİPLİNLERARASILIK : Disiplinlerarasılık bir çalışma iki ya da daha fazla artistik, bilimsel ya da diğer akademik disiplin gerektirir. Bir araştırma yaparken disiplinlerarasılık çalışmalar, akademik bir bağlam içerisinde farklı çalışma alanlarından teorileri ve metotları benimser.
DİSİPLİNLERARASI SANAT : (Performans Sanatı)Sanat disiplinleri arasındaki sınırları kaldırmak ve “belirli bir sanat türü ile sınırlı olmadan, kendi kavramsal arka planına uygun olarak ve izleyicinin de tamamlaması ile kendine ait yeni bir estetik ve yeni bir anlam bağlamı” meydana getirilmesidir.
DİSSONANCE : Tek rengin tonları arasındaki sıcak lekelerin oluşturduğu etki.
DİYAFRAM : Işığa karşı duyarlı filmin ne kadar ölçüde ışık alması gerektiğini kontrol eden objektif üzerindeki sistem./ Fotoğraf makinesindeki filmin üzerine ne kadar şiddette ışık düşeceğini ayarlayan bölümdür.
DİYOGONAL : Köşegen, köşe birleştirici.
DOKU (Texture) : Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü ve/veya hissedilmesi, ki düz ve/veya parlaktan kaba ve/veya mata kadar çeşitlenebilir.
DOMİNANT : Bir kompozisyonda konunun ve resmin ilgi, hakim noktası.
DOMİNANT RENK : Bir resimde görsel ilgiyi çekme noktasını oluşturan en etkin renk.
DUCTUS : Latince olan bu terim, bir sanatçının kendine özgü boya uygulama tarzını tanımlamak için kullanılmaktadır. Ressamın fırçayı kullanma tarzını ve hızını gösterir.
DUVAR RESMİ : Bir duvar yada tavan yüzeylerine yapılan resimdir. / Fresk / Duvar yüzeyine yapılan her türlü resim.
DUYGUSAL SANAT KURAMI : Bu kuramsa sanatın anlamını, sanat eseri ve sanat izleyicisi arasındaki ilişkide ve sanat eserinin izleyende uyandırdığı duygusal etkide aranır. Büyük ölçüde duyguya önem vermektedir.
DÜZLEM (Plane) : MEKAN'ın iki boyutlu, düşey ya da yatay bir uzantısı. Mimari kompozisyonlarda somut değeri olsa da, RESİM'de mekan ve hareket yanılsamasının ön koşuludur. HEYKEL'de ise çok yalın geometrik biçimler dışında düzlem çokça ilgilenilen bir öğe değildir. Resimde tuvalin yüzeyi resimdeki mekanın en yakın boyutu olarak hissedilmekle birlikte, bu yüzeyin alt bölümü izleyiciye en yakın, en üstüyse en uzak mekanı içeren bir yer düzlemi olarak da yanılsanır. DERİNLİK yanılsamasını amaçlayam KOMPOZİSYON'larda ön plan, orta plan, arka plan anlatımları bunları algılatan farklı derinlik düzlemlerinin vurgulanmasıyla oluşturulur.
-E
EBRU SANATI : Kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatı./ kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır.
EGZOTİZM : Başka ülkelerin sanatlarına olan hayranlık.
EINFÜHLUNG KURAMI : Sanat yapıtlarının alımlanmasına ve psişik etkinsine ilişkin burjuva kuramı.Felsefi olarak öznel idealizme dayanan ‘‘Einfühlung’’kuramına göre ,sanatın imge özelliği önemsizdir.Bu görüşün ilk belirtilerine romantisizme rastlanmakla birlikte ,ilk kez (19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları arasına başlıcalıkla T.Lipps tarafında ) psikolojik burjuva estetik eğilimi içinde kuram olarak geliştirilmiştir.
EKLEKTİSİZM (Eclecticism) : Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden kullanılması eylemi. Sanatta farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Bu durum 19. yüzyılda çok yaygın biçimde görülür. Bununla birlikte, eklektisizm bir üslup değil, bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu halde, biçim malzemesinin devşirildiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden düzgeleştirilişi farklıdır.
EKORŞE (Ekorche) : İnsan ya da hayvan figürünü, kas yapısını göstermek amacıyla derisi yüzülmüş olarak betimleyen anatomik çizim. 15.yy'da Batılı sanatçıların anatomiye ilgilerinin artmasıyla atölyelerde, bu türden yapma modeller kullanma geleneği yerleşmişti. Özellikle LEONARDO DA VINCI gibi birçok sanatçı böyle modellerden çizim yapmıştır. Ekorşe figür çalışmalarının en önemli örneği, George Stubbs'ın (1724-1806) Anatomy of the Horse (1766; Atın Anatomisi) adlı ASİDE YEDİRME BASKI dizisidir. Stubbs bu çalışması için yaklaşık 10 yıl boyunca hayvan kadavralarını incelemiş ve 18 ay da çizim yapmıştır. Özgün çizimleri bugün Londra Kraliyet Akademisinde bulunan bu dizi, özellikle veterinerler ve hayvan ressamları arasında gerçeğe uygunluğuyla ün yapmıştır. 20.yy'da PARIS OKULU'ndan SOUTINE, Derisi Yüzülmüş Öküz (1920, Grenoble Müzesi) adlı resminde olduğu gibi bazı yapıtlarında ekorşe figürler kullanmıştır.
EKSENSEL (Aksial) : Bir eksen doğrultusunda ya da bir eksene göre oluşturulmuş kompozisyonları nitelemek için kullanılır. Örneğin, Rönesans resimleri eksensel bir düzen gösterir.
EKSPRESYONİZM : İfadecilik. Dışa vurum.
ENSTANTANE : Işığa karşı duyarlı filmin, ne kadar süre ile pozlandırılacağını tespit eden sistem.
ENTERİYOR : Ev içi resim.
ESKİZ : Bir projede, tasarımda veya sanat eseri niteliği taşıyan bir çalışmada, eserin son durumuna yakın ön hazırlık çalışmaları. / Eskiz, taslak çalışmalarından daha kapsamlı bir çalışma aşamasını ifade eder.
ESPAS : 1- Uzam / Bir resimde nesneler, formlar ve biçimler arasındaki boşluk, mesafe, ara, / Boşluktaki nesnelerin, formların ve biçimlerin birbirlerine göre ön-arka plan ilişkisi.2-Resimde derinlik etkisi, mekan.
ESTETİK : 1- Toplum ile doğada estetiksel olanın ; estetiksel değerler ile öznel estetiksel duyumsama ve duyguların ; estetiksel kültür ile estetiksel toplumsal bilincin; sanat ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkilerin; sanatsal düşünme ile sanatsal yapıların içerik ve biçimin temel özyanlarının ; çeşitli sanatlar ile bu sanatların karşılıklı ilişki ve özelliklerinin özü, yasaları, işlevleri ve tarihsel oluşma ve gelişme süreçlerinin bilimi. 2-Eşsiz güzellik / duyumsamak, algılamak.
ESTETİKSEL DEĞERLENDİRME : Bir sanat yapıtında gerçeklikteki görüşlerin tanınıp tanınmasına yönelik bildirimin ayrılmaz parçası.Sanat yapıtında Estetiksel Değerlendirme ile hakikat, sanat yapıtının düşünce kapsamını vareden , diyalektik bir birlik oluştururlar.Estetiksel Değerlendirme her şeyden önce ,estetiksel değer; güzel,trajik, komik vb. kategorileriyle ilintilidir. 315
ESTETİKSEL HAZ : Sanat yapıtları , sanat duygusuna sahip güzellikten haz alma yeteneğinde bir izleyici kitle doğururlar; bu yüzdende ta başından beri sanat , çok çeşitli yollardan haz alınacak bir gereksinim olmuştur.Kapitalist toplumlarda toplumsal üretim ile özel sahiplenme arasındaki uzlaşmaz çelişki ,yabancılaşmaya, dolayısıyla emek ile Estetiksel Haz arasındaki bir karşıtlığın doğmasına olduğu kadar ,özel haz alma yeteneğinin Estetiksel Haz’ın nesnesiyle içeriğinden ayrılmasına da yol açar. 317
ESTETİKSEL OLAN : Estetiksel-olan en geniş anlamda insansal kültürün bir öğesidir.Estetiksel-olan’ın oluşumu ,tarihsel gelişimi ve toplumsal işlevi, bilimsel estetiğin kendi konusudur.Genel olarak Estetiksel-olan diye güzel-olan gösterilir. 318
ESTETİZM : Güzel-olan ‘ın biimsel doğasını mutlaklaştırarak içeriksel bileşkenlerini küçümseyen ya da yadsıyan anlayış ya da tavır. 321
ETNOGRAFYA (Ethnography) : Toplumların kültürlerini inceleyen bilim dalı. Çoğunlukla ilkel toplulukları ve halk kültürünü ele alır.
ETÜT : Herhangi bir konuda derinlemesine, ayrıntılı araştırma ve inceleme / Resimde uzun süreli ayrıntılı çizim ve boyama alıştırmaları.
EXLIBRIS (Ex libris) : Bir kitabın başlık sayfasında yer alan ve sahibinin kim olduğunu gösteren özel simge ya da damga.
-F
FANTASTİK : Gerçek olmayan, hayal edilen.
FANTAZİ SANATI : Düşe, doğaüstüye, büyüye ya da kurgubilime başvurarak gerçeği hiçe sayan sanat.
FİGÜR : Resimde kullanılan canlı eleman / iki ve üç boyutlu çalışmalarda insan ve hayvan formunun kullanılması.
FİGÜRATİF SANAT (Figürative Art) : Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut yada nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir.
FİLTRE : Filmlerin üretildikleri renk ısılarında kullanılmamalarından kaynaklanan renk ve ton hatalarını gidermek için kullanılan saydam ya da yarı saydam malzeme.
FLAŞ: Fotoğraf çekimleri sırasında yeterli ışığı sağlamak için kullanılan aydınlatıcı cihaza Flaş denir.
FOLKLORİK YAPMA BEBEKLER : Osmanlı ve Anadolu insanının giyim tarzını ve yaşam şeklini, canlandıran bebekler yöresel kumaşlar kullanılarak ve aslına sadık kalınarak yapılmaktadır. Pamuk, Tahta, Kumaş vs. kullanarak ve tamamıyla elle şekil verilerek çalışılan bebeklerin hiçbir yerinde kalıp kullanılmamaktadır.
FORM : Bir şeyin dış biçimi ile birlikte, iç yapısına verilen ad. Nesnenin, içinin de nasıl bir yapıda olduğunu gördüğümüz, durumlar için kullanılır. Bu noktada biçim ve form birbirinden farklı kavramlardır. Üç boyutlu nesnelerin yapısal özelliği, boşlukta kapladığı alan.
FORMALİST : Biçimci
FORMAT : Genel biçim, ölçü.
FOTOĞRAF : Görüntünün(ışığın) bir mercekler sistemi aracılığıyla eczalı duyar kart üzerinde sabitleştirilmesiyle oluşan resimdir.
FOVİZM : Fransa’da etkili olan dışavurumcu resim üslubu olarak nitelenir. Bkz. Sanat Akımları.
FRESKO : Kireç ve mermer tozu karışımı yaş sıva üzerine yapılan sulu boya resim.
FRONTAL/ ALINSALLIK: Sanat yapıtında insan vücudunun ve özelliklede, omuzdan yukarısıyla başın tam ön cepheden betimlenmesi.
FROTAJ : OTOMATİZM doğrultusunda çalışan Gerçeküstücü sanatçıların uyguladığı "sürtme" tekniği. ERNST tarafından geliştirilen bu teknikte ahşap, taş ya da dokuma gibi dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kağıda siyah ya da renkli bir malzeme sürtülerek dokunun kağıda geçmesi sağlanır. Böyle elde edilen rastlantısal desenler resimsel tasarımın temelini oluşturur. Türkçe'de "sürtme" ya da "ovalama" terimleriyle de karşılanır.
FÜTÜRİZM : Zamana bağlı çeşitli durumlar ile çeşitli yaşantıları birleştiren görüş.
-G
GALERİ : Sanat eserlerinin konulduğu ya da sergilendiği salon.
GEÇİŞ : Yan yana gelen BİÇİM'lerin farklı nitelikleri arasında uyum ve algı sürekliliğini sağlayan geçiş ya da uyarlama için kullanılan terim; özellikle klasik KOMPOZİSYON'larda bütünlüğü bozmamak için önemlidir.
GESTUEL : İnsan devinim ve davranışını renksel ve biçimsel yorumlamaya yönelik görüş.
GLAZE : Seramikte, bisküvi üzerine uygulanan renkli ya da transparan; cam gibi ince mineral tabaka için kullanılan terim.
GLIPTIC : Sözcük anlamı; boşaltmak, kazımak olup, genellikle taş işçiliğinde kullanılır / Mühür kazıma.
GOMALAK : Hindistan'da yetişen bir bitkiden üretilen ve ispirtoda eritilerek mobilya yapımında kullanılan bir çeşit zamk.
GOTİK : 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar devam eden Avrupa Orta çağ sanatında bir stil.
GÖLGE-IŞIK IŞIK DÜZENİ ya da DAĞILIMI (Light and Shade Effect) : Yalnızca batı resim sanatına özgü bir kavram olan "gölge-ışık düzeni", sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan bir yanılsama tekniğidir. Resimsel yapıtın içerdiği tüm betiler, bu teknik sayesinde bir kısmı gölgeli, diğer kesimleri ise aydınlıkmış izlenimi verecek biçimde betimlenirler. Böylelikle, bir yüzey sanatı olan resmin üç boyutlu nesneleri ifade etmekteki yetersizliği bir ölçüde giderilmek istenmiştir. Gölge-ışık düzeni Batı sanatının çeşitli dönemlerinde farklı bir tutumla gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Rönesans resimlerinde betiler tek ve noktasal bir ışık kaynağından aydınlatılmış nitelikte betimledikleri halde, Barok'ta hemen hemen her beti ayrı ışık kaynaklarından aydınlanmış gibi resmedilmiştir. İzlenimci resmin ortaya çıkışı sonrasında gölge-ışık düzeni bütünüyle kullanım alanından çekilir ve Modern Sanat'ta hiç görülmez. Son yıllar Yeni Gerçekçilik gibi bazı figüratif akımlar bu tekniği yeniden gündeme getirmeyi denemektedirler.
GÖRSEL ALGI : Görsel duyunun birincil öneme sahip olduğunu algılama biçimi.
GÖRÜNÜŞ : Bir yapı veya herhangi bir nesneyi geometrik ve düşey iz düşümlerle gösteren ölçekli çizim.
GRAFİK SANATLAR : Resim, heykel, mimari ve dekoratif sanatlar gibi plastik sanatların önemli kollarından biridir. Diğer sanat dallarında estetik ön planda olduğu halde grafik sanatlar estetik ve mekaniğin iç içe olduğu bir sanat dalıdır, çünkü bu sanat dalında yapılan her iş baskılanmak (kopyalanmak) için yapılır. Baskı da bir teknik gerektirdiğinden o tekniği bilmek gerekir. Resim, fotoğraf, yazı ve karikatür sanatlarından yararlanan bu sanat dalı diğer sanatlardan farklıdır.
GRAFİTO : Kazıma yöntemiyle çanak çömlek süsleme.
GRAFİTİ : Stilize edilmiş insan figürleri, çeşitli yazılar ve renklerle, özellikle kent sokaklarına uygulanan, kendiliğinden anlatım biçimi.
GRAVÜR : Metal levhanın kazılmasıyla yapılan baskı tekniği. / Ahşap ya da metal baskı kalıpları ile, kazı resim tekniği kullanılarak yapılmış
sanatsal ürün.<>
GREN : Fotoğrafın üzerindeki keskinlik, kumluluk oranı. Gren arttıkça kumluluk artar.
GRİFON : Baş ve kanatları kartal, gövdesi aslan biçiminde mitolojik yaratık.
GRİZAY : Gri tonların kullanıldığı tek renkli resim.
GROTESK : 1- Tiyatro da karikatürleştirme işleminin özü olan grotesk, seyirciyi yabancılaştırarak tuhaf ve şaşırtıcı biçimlerle karşıt görüntüleri birleştirerek güldürmeye yönelen, ussal dizgeye karşı çıkarak, ussal bir sonucu getiren, temelde ciddi, ama görünüşte gülünç ve abartılı olan biçim. 2- Alaycı,gülünç,akıl dışı.
GÜZEL OLAN : Temel estetiksel değer kavramı.Kökence , ‘‘güzel’’ kavramı ‘‘baktırmak’’ , ‘‘baktırmak’’, ‘‘albenili olmak ‘’kavramlarıyla yakın anlamlı kullanılmıştır.Güzellik kavramının maddeci estetikte,güzel-olanı ya yalnızca sanat yapıtlarına ya da ‘‘sanatta güzelin özerkliği’’nden yola çıkarak sanat yapıtını belirlemeye çalışan estetiklerden ayrı bir yeri vardır.Maddeci estetik, güzel-olanın yalnızca sanat biçiminde var olduğu görüşünde olmadığı gibi , sanatında yalnızca güzel olanca belirleneceği görüşünde de değildir.Güzel olana ilişkin yaşantı, insan etkinliğinin,insanın yaratıcı bir gücünün sonucudur.
-H
HACİM (FORM) : Heykel gibi, mekanda yer işgal eden bir kütleye veya hacime dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modle etme (modelling) veya tarama(hatching) gibi teknikler kullanırlar.
HAREKET (MOVEMENT, DYNAMISM) : Enerjisi veya gücü var gibi görünen , resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır.
HAT : Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı.
HATTAT : Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan sanatçı” anlamına gelen “hattat” adı verilir.
HAPPENING : Önceden tasarlanmamış, anlık dürtülerle yönlendirilen ve bir toplulukça gerçekleştirilen sanatsal eylem.
HAVA PERSPEKTİFİ : "Atmosferik Perspektif" olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik YANILSAMA'sı. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur.Bir terim olarak ilk kez LEONARDO da VİNCİ tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ'dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei'deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy'daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy'da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy'da Vinci'nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve TIZIANO'ydu. 17. yy'da RUBENS, CLAUDE LORRAIN, Albert Cuyp ve HOBBEMA özellikle MANZARA resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.TURNER olmuştur. Turner' in resimlerinde sonsuza uzanan MEKAN duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra MONET ve İZLENİMCİLİK'in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır.
HEYKEL : Çeşitli maddelerden yontulmak, yoğrulmak yada kalıba dökmek suretiyle yapılan ve bir düşünceyi canlandıran üç boyutlu sanatsal obje / Üç boyutlu sanat yapıtları.
HUE : Bu tanım kırmızı, sarı, yeşil, mavi gibi renk skalasındaki değişik dalga boylarını anlatır.
-I, -İ
İDEAL : Bir işte veya bir çalışmada amaç edinilen üst düzey hedef.
İDEALİZM (Idealism) : İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir idea' nın tasarımıdır. Platon' a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçmlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır. İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma' da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans' ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır.
İDEOGRAM : Bir düşünceyi betimlemek için kullanılan; grafik ya da resim gibi basit gösterge.
İDOL : Çok tanrılı dinlerde küçük tanrı yada tanrıça heykelciği.
İKON : Ortodoks kilise sanatında Hz. isa ve Hz. Meryem ya da azizleri simgeleyen resim.
İKONOGRAFİ (Iconography) : (1) Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. (2) Simgesel dil.
İLLÜZYON : Yanılsama.
İMGE : Yazınsal ürünlerde, dile getirilmek isteneni daha canlı, daha etkili, duyumsanabilir, göz önüne getirilebilir bir biçimde anlatmak için, onunla baka şeyler arasında kurarak zihinde canlandırılan yeni biçimlerdir. Zihinsel görüntü.
İMGELEM : 1- Önceden görülmüş varlıkların, yaşanmış olayların zihinde canlandırılması. Farklı kaynaklardan olanları bir araya getirerek yaratmaktır.2- İmgelerin birbiriyle olan ya da kurulabilen bağlantısını kurma yetisidir.
İMPERASYON : Düşünmenin ana maddeleri iç ve dış duyumlar.
İRONİ : Alaysılama, alaya benzer ciddi olmayan tutum.
İSKELET : Bir yapı,anıt,heykel mobilya v.b. nin taşıyıcı strüktürü.
İSTOMP : Kara kalem çalışmalarında yumuşak bir ton elde etmek için kullanılan kağıttan yapılmış kalem.
IŞIK - GÖLGE (Chiarascuro) : Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci' nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır. Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkanlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir.
İZOKEFALİ : Bir kompozisyon' da tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizzaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle YUNAN sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, RESİM ve GRAFİK SANATI'nda da geçerlidir.
-J
JANR-TÜR RESMİ (Genre) : 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda' sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin her birinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir.
JANSENİZM : Dinsel öğreti. Günahla dolu olan insan bu günahlarından arınmak için tanrının bağını dilemek ve beklemek zorundadır. Jansenizm, kaderci, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşımdır. buna göre insanın hayatta yaptığı seçimler, kendi seçimleri değil, kaderin onu gönderdiği yolun bir parçasıdır sadece.
-K
KABARTMA : Bir düzlem üstüne tasarlanıp gerçekleştirilen heykel türü.
KADRAJ : Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır.
KALİGRAFİ : Güzel el yazısı.
KAOLEN : Porselen yapımında kullanılan kaliteli beyaz kil.
KAPALI KOMPOZİSYON (Closed Composition) : Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm "gerçeklik"in kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir "istif" içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler. Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok'ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar.
KARKAS : Ahşap, çelik ya da betondan iskelet yapı.
KARŞITLIK (Contrast) : Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir.
KARŞI SANAT : Dadacılar'ca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama kendileri bir üretime kalkışmazlar.
KAŞİ : 18. yüzyıla kadar Osmanlılarca Mimaride kullanılan Çiniye verilen isim.
KEÇE : Hayvansal liflerden genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur.
KISALTIM (Rakursi) : Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik duygusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. Kısaltımda, betimlenen nesneye ya da figüre belli bir uzaklıktan ya da alışılmadık bir açıdan bakıldığında ortaya çıkan biçim bozmalar yumuşatılarak tuvale aktarılır. Örneğin; yatan bir figürün ayak ucundan bakıldığında, ayaklar olduğundan büyük, baş da küçük görünür. Kısaltımı kullanan sanatçı, ayakları göründüğünden küçük, başı da o oranda büyük vererek biçim bozmaları yumuşatır. Sanat tarihinde kısaltımın en iyi bilinen örneği Mantegna'nın Ölü İsa adlı kompozisyonudur.
Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçe 'de yakın anlamlı olarak "rüküş" sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart'ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır.
KİL : Çapı; 0,005 mm'den küçük olan toprak parçacıkları. / Porselen ve seramiğin ana maddesi olan ve hidratlı Alüminyum Sülfat olan yoğrulabilen, kuruduğunda ise kırılmaya karşı direnç gösteren malzeme.
KİNETİK SANAT : Devingenlik niteliğine sahip heykel sanatı ürünü.
KLASİK : Her zaman için beğenilen, modası geçmeyen, eskimeyen eserlere verilen ad.
KOLAJ (Collage) : Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da fotografik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur.
KOLAJ BASKI ( Kolografi) : Bu teknik geniş parçaların metal ve tahta baskı plakası üzerine yapıştırılarak ayrı ayrı parça etkisi bırakacak şekilde baskının gerçekleştirilmesidir.
KOMPOZİSYON (Composition) : Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi - bir ölçüde iskelete benzetilebilir - vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı.
KONSTRÜKSİYON (Costruction) : (1) Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. (2) İnşa etme etkinliği. Yapım.
KONSTRÜKTİVİZM : Resim,Heykel ve mimarlık alanına egemen olmuş bir sanat akımı.
KONTRAPOSTO ya da KONTRAPOST (Contrapposto) : Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca "contrapposto"dur.
KONTRAST : Siyah-beyaz arasındaki ton farkı veya konu üzerinde görülen parlak ışıklarla gölgeli kısımlardan yansıyan ışıkların oluşturduğu açıklık-koyuluk farkına verilen addır.
KONTUR (Contour) : Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin silüetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar.
KROKİ (Sketch) : Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. "Eskiz" sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir.
KROMATİK (Cromatic) : Sanat yapıtında "renkli" anlamında niteleyici olarak kullanılır.
KROMETERAPİ : Renklerle tedavi.
KURGU : Bir sanat eserinde, eseri meydana getiren sanatsal öğelerin sanatçını isteğine ve yaratıcılığına bağlı olarak bir araya getirilmesi.düzenlenmesi ve eserin bütünlenmesi.
KUROS : Çıplak genç heykeli / Grek dilinde : Delikanlı, genç.
KÜBİZM : Kendini geometrik dille ifade eden bir sanat akımı / Doğa görünüşlerinin geometrik parçalanmaya tabi tutup, tablo yüzeyini doğa unsurlarından kurtararak yeniden inşa etme anlayışı.
KÜRATÖR : (Latince: curatus; İngilizce: curator): Bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticidir. Çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi anlamında kullanılır. Bu anlamda küratörler, bir koleksiyonu arzuladıkları bir etkiyi yaratmak amacıyla düzenlerler. Serbest küratörler (freelance curator) ise herhangi bir galeri veya müze adına çalışmayan, çağdaş sanatta nispeten yeni ortaya çıkmış kişilerdir. İsviçreli Harald Szeemann bu tür küratörlere verilebilecek örneklerdendir. Günümüzde, sanat kurumları, karşılarına çıkan finansal konulardan teknolojiyle ilgili uygulamalara kadar birçok sorun karşısında küratörlerin rolünü tekrar gözden geçirmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonuçlarından birisi ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelerde verilen küratörlük uygulamaları dersleridir. Bağımsız küratörler kendi özel yöntemleriyle sergiler oluşturmaları için veya ortak çalışma amacıyla galeri ve müzelerce davet edilebilmektedirler.
-L
LAHİT : İçine ölülerin konulduğu özel sanduka
LASCAUX : Fransa'nın Dordogne bölgesinde, Montignac yakınlarındaki Vezere vadisinde, içindeki çok önemli tarih öncesi duvar resimleri ile ünlü mağara.
LAVİ : Sulandırılmış tek renkle ya da mürekkeple yapılan çalışma. / Siyah, kahverengi ve çini mürekkebi gibi koyu renk boyaların sulandırılması ile elde edilen ve açıktan koyuya doğru pek çok değerler sağlayan resim çalışması.
LEKE : Resim yüzeyi üzerine boya ile yapılmış herhangi bir iz.
LİTOGRAFİ : Taş baskı / Litografi sözcüğünün kökü eski Yunanca olup “taş üzerine yazılmış” anlamına gelir. Mikroskobik deniz hayvanlarının kireçtaşı kabuklarından meydana gelmiş yer tabakalarının basıncı altında ve milyonlarca yılda oluşmuş doğal taşlar baskı kalıbı olarak kullanılır.
LİNOL BASKI : Düz baskılı grafik tekniği.
LOKAL RENK (mevzil renk) : Bir cismin natürel görüntüsünü vermekte kullanılan renge "local renk" (mevzil renk) denir.
LUSTRE : Parlaklığın, ışıklılığın çeşitlemeleridir.
-M
MAKET : Var olan yada tasarlanan bir yapıtın tümünün ya da bir bölümünün ya da bir yapı elemanının, ölçekle küçültülerek ya da büyültülerek yapılan üç boyutlu temsili modeli.
MAKİNA DEVRİMİ : 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar olan endüstriyel gelişme.
MANIERISM : Rönesans anlayışını takip eden süreçte ve daha sonrasında Avrupa'ya ve Avrupa ülkelerinin deniz aşırı sömürgelerine uzun sure hakim olan barok sanattan önce kısa bir sure için etkin olan akıma manierism denir.
MEKAN (Space, Espas) : Uzayın sınırlanmış parçası. Mimarlık mesleğinin konusunu oluşturur. Aynı zamanda, mekan bir mimari ürünün vazgeçilmez tek niteliği, bir mimari ürünü var eden temel koşuldur. Bir mekan oluşturmak için onun mutlaka her yönden kesin engellerle sınırlanması gerekmez. Mekanı oluşturan sınırlama fiziksel olabileceği gibi, yalnızca görsel de olabilir. Örneğin, ışık herhangi bir somut engel niteliği taşımadığı halde, bir mekanı belirleyebilir. Mekan yalnızca bir yapının "içi" olarak düşünülmemelidir; yapıların tek başlarına ve diğer yapılarla birlikte oluşturduğu bir "dış mekan"da söz edilebilir. Ayrıca, mekan bir mimari ürünün dördüncü boyutudur. Bir yapıyı üç boyutlu bir kitle olmaktan çıkaran özellik bir mekana sahip olmasıdır. Yapı onun sayesinde, en, boy ve yüksekliğin ötesinde bireyin devingenliğinden kaynaklanan anlık yaşantılarla edinilen bir mekan boyutu kazanır. Mekan boyutunun kişinin devingenliğinden ötürü, sayısız yaşantılar yaratabilme niteliği mimarlıkta birinci boyuttan bahsedebilmeyi olanaklı kılmaktadır.
MİMESİS : Görülen şeylerin taklidi anlamına gelen bir terim olan mimesis, Türkçede “yansıtma” ya da “öykünme” terimleriyle ifade edilmektedir.
MİNYATÜR : 1-Ortaçağ Avrupa’sında el yazması kitapların bölüm başlarındaki ilk harfler “minium” denilen maden kırmızısı (sülüğen) ile boyanıp süslenirdi. Daha sonraları kitapları süslemek için yapılan resimlere de bu ad verilmiştir. 2- Çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. / Özel yöntemlerle işlenmiş küçük boyutlu resim.
MİNİMAL SANAT : Soyut sanatın vardığı en uç nokta.
MİTOLOJİ : Bir milletin uydurduğu ve inandığı efsanelerin tümü.
MODEL : Bir sanatsal çalışmada anlatılmak üzere seçilen nesne.
MODELAJ - MODELASYON : Kil ya da balmumu gibi yoğrulabilen malzemelerle üç boyutlu plastik biçim oluşturma anlamına gelir. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar.
MODERN : Geleneksel olmayan, çağdaş görüşü ifade eden.
MODLE (Modülasyon) ETME (Modelling) : Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği.
MODÜLASYON : Resimde ışık-gölge, degredasyon ya da çeşitli ilişkiler kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ya da üç boyutlu bir forma sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği..
MONOKROMİ (Monochromy) : Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır.
MONOGRAM : Herhangi bir kişinin ya da sanatçının isminin baş harfleriyle yapılan düzenleme.
MONOTİPİ BASKI : Boyalı cam veya metal levhalar üzerine kağıt bastırılarak uygulanan baskı tekniği. bkz. Resim Bilgileri/Monotip baskı.
MOTİF (Pattern) : 1- Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad. 2- Eseri meydana getiren parçalardan biri. 3-.Tezyinatta süs teşkil eden ayrı ayrı biçimlere verilen ad.
MOZAİK : küçük renkli cam ve taşların yüzey tabakasına yan yana yerleştirilmesi ile oluşturulan bir resim türü.
MULAJ (Moulage, Impression) : (1) Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. (2) Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. (3) Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp.
MULTİPLES : Çoğaltılmış nesneler; 20. yüzyılın ortalarına değin, yalnızca döküm heykellerle grafik sanatları ürünlerinde sınırlı olarak uygulanan "Çoğaltma" yöntemi. bu tarihten sonrada başka sanat ürünleri içinde kullanılmıştır.
MÜZE : Sanat ve bilim eserlerinin görülüp yararlanılması için sergilenen yer.
MSURHMK (kıs.) : Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu
-N
NAİF RESİM (Naive Painting) : Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta "masum bir gözle" algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim' in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses'dir.
NAKKAŞ / MUSAVVİR : Minyatür sanatçısı.
NATÜRMORT : Ölü doğa resmi.
NEGATİF : Çekilen konuların ters tarafa görüntü veren özelliğe sahip film görüntülerine negatif denir.
NEFT YAĞI : Sakız ağacı cinsi bir ağaçtan ya da çam ağaçlarından çıkarılan reçineli bir sıvıdır. Bu maddeyi imbikten çekerek elde edilen sıvıya terebentin denir. Toz boyalardan yağlı boya yapmak ve boyaları sulandırmak için kullanılır. Boyalar neft yağında eritildikten sonra içerisine bezir yağı katılmak suretiyle koyulaştırılır. Neft yağı yağlı boyayı çürüttüğü için fırçaları ya da boyanın buıaştığı yerleri temizlemeye yarar. Yağlı boyanın çabuk kuruması için de az miktarda neft yağı ile karıştırılabilir.
NEOKLASİZM : Yeni klasisizm
NOKTA : Küçük ve merkezi nitelik gösteren dairesel leke veya benektir. / Merkezi dengeye sahip bir yüzeysel etki öğesidir.
NONFİGÜRATİF SANAT (Non-Figuritive Art) : Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde varolurlar. "Non-figüratif sanat" sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının "betisel olmayan sanat" oluşu nedeniyle, "nonfigüratif" nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir.
NÖTR RENKLER : Işığın tek bir dalga boyunu yansıtmayan tonlardır. Bu tonlar sadece karanlığın veya aydınlığın etkilerini "siyah-beyaz veya gri olarak" yaratan tonlardır.
NÜ (Nude) : Resim ve heykel sanatında çıplak kadın betisi. İlk olarak Antik Yunan ve Roma sanatlarında görülen nü, Ortaçağ'da hemen hemen ortadan silinir. Bu dönemde çıplak kadın betisi sadece Havva'yı ve cehennemde cezalandırılma sahnelerini resmetmek için kullanılmıştır. Rönesans nü'yü yeniden keşfederek geniş ölçüde uygulamıştır. Bu dönemden başlayarak kullanımı Avrupa sanatında hiç azalmadan sürer. İslam ve genel olarak Doğu sanatlarında ya hiç, ya da pek seyrek görülür.
NÜANS : Renk ayrıntısı, renk derecesi.
O-Ö
OBJE : Nesne / Üç boyutlu her şey.
OBJEKTİF : Görüntüyü film üzerine net olarak yansıtan ince ve kalın kenarlı merceklerden oluşan optik sistem.
OBTÜRATÖR : Objektiften film üzerine düşen ışığın süresini ayarlayan, otomatik olarak açılıp kapanan, siyah bez veya çelikten yapılmış perdedir. Verilen enstantane değerine göre açılır ve kapanır. Makinenin en kolay bozulan ve en zor tamir edilen parçasıdır.
OFSET BASKI : Bavyeralı Alois Senefelder’in 1799’da bulduğu litografik baskı (taşbaskı) tekniğinin rafine edilmiş biçimidir.Litografik baskı tekniğinin ticari biçimine “Ofset baskı” adı verilir.
OEUVRE (Oeuvre) : Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçe'de çok seyrek kullanılır.
OP SANAT : Hareket eden bazı şekillerin duvara aksettirilmesi ile oluşan hareketli resim.
ORAN (Proportion) : Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir.
ORYANTALİZM : Doğu konularını içeren, doğuya yönelik.
OTOMATİZM : İradeden bağımsız olarak ve hatta kimi zaman bilincin dışında gerçekleşen, kendiliğinden bir faaliyettir.
ÖNE ÇIKARMA (Emphasis) : Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması.
ÖZGÜN BASKI (Print) : Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır.
-P
PANO : Dekor ya da resim yapmak için kullanılan etrafı çerçeveli düz yüzeyler. Üzerine tanıtma ya da açıklama kağıtları tutturulmak üzere hazırlanmış olan levha.
PANORAMA (Panorama) : (1) Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. (2) Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799'da Paris'te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi.
PARADOKS : Çelişki. 3 . felsefe Düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen karşıtlık.
PARODİ : Ciddi olduğu varsayılan bir yapıtın bir bölümünü ya da tümünü koşutlukları koruyarak alaya alan, biçimini bozmadan ona bambaşka bir içerik vererek, özle biçim arasındaki bu karşıtlıktan gülünç ve eleştirel etkiyi var eden oyun biçimi.
PASTEL : En az miktarda zamk kullanılarak çubuk haline getirilmiş boya maddesi.
PASTİŞ : Direk bir kopya olmayan, ama başka bir sanat eserinden ödünç alınan tarz ve elemanlar kullanılarak yapılan sanat eseri.
PASTORAL : Kırsal alanlarda geçen, çoban yaşamını tasvir eden sanat eserlerini tanımlamak için kullanılan terim.
PATİNE : Bir nesnenin ya da yapının zamanla yüzeyinde oluşan renk, kir ve pas tabakası
PENTÜR (Painting) : Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır.
PERSPEKTİF (Perspective) : Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat, gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans'la birlikte ortaya çıktığı kesindir.
PEYZAJ : manzara / Görünüm / Sokak manzarasının sanatsal ifadesi
PİGMENT : Her türlü boyanın renk verici ana maddesi.
PİKTÜREL OLUŞUMLAR : Görsel etkinin, fırçanın geniş hareketleriyle verilmesi.
PİKTOGRAFİ : Bir nesneyi ya da düşünceyi bir resimle sembolleştirmek. Piktografik, yani resimli yazılar yazının en eski örnekleridir.
PİTORESK (Picturesque) : Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ'da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok'taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak "düzenlenmemiş", "el değmemiş" doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan "olduğu gibi" yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu "yabani" olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır.
PLÂN : Bir nesnenin ya da yapıtın yatay bir düzlem üzerindeki izdüşümü. Milattan 1500 yıl öncesine ait Mezopotamya tabletleri üzerinde bile planlara rastlandığına göre, kullanımının çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Eski Mısır'da da bilinirdi. Antikite'de özellikle de Roma'da plan yapımı mimari etkinliğin önemli bir parçasıydı. Ortaçağ başlarında işe, 11. ve 12. yy.'a dek, mimari planlar yapımı tek çizgili basit krokiler çizmekten öteye gidemezdi. Bu durumun ik üslubun başlangıcıyla birlikte değiştiği ve plan yapımının yeniden ortaya çıktığı görülür. Rönesans'ta ise, plan vazgeçilmez bir mimari projelendirme tekniği olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. Türkiye ve İslam ülkelerinde mimari planların kullanımı konusunda elimizde pek çok bilgi olmasına karşın, Türkistan'dan 16.yy'a, Türkiye'den ise 18. yy'a ait bazı örnekler dışında, elde çizili belge yoktur. Bu örneklerde modüler bir ızgara kullanılmıştır.
PLASTİK : Biçimin işlenmiş boyutluk ve hareket kazanmış niteliği.
PLASTİK SANATLAR : Güzel Sanatlar. Genel olarak boşlukta yer kaplayan sanatlara verilen-ad. Mimari, Resim, Heykel plastik sanatlardır. Resim de, hacim ve kabartma etkisi uyandırdığı için plastik sanatlara girer.
PLASTİSİTE : Heykelin ya da inşa edilmiş bir formun üç boyutlu niteliği. Plastisite daha çok elle biçimlendirilebilen, kalıp alınabilen malzemenin niteliğine gönderme yapar.
PLEKSİGLAS : Saydam ya da yarı saydam cama benzer plastik esaslı levha.
POLİKROMİ (Polychromy) : Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler.
POLİPTİK (Polyptich) : (1) Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans'tan sonra poliptik yapılmamıştır. (2) Antik Roma'da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. (3) Erken Ortaçağ'da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter.
POP ART : 1950 ve 1960'larda önce İngiltere'de sonra ABD'de birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve kitle kültürünün imgelerini kullanan sanat akımı.
POŞAT (Pochade) : Türkçe'de çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca "Pochade" den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır.
POZMETRE : Fotoğraf çekimlerinde en uygun sonucun alınabilmesi için gerekli ışık ölçüsünü, enstantane ve diyafram değerini otomatik olarak gösteren cihaz.
POZİTİF : Çekilen konuların aynı renk ve görüntü de görünen, kimyasal olaylardan sonra da pozitif görüntü veren filmlere denir.
PRİMİTİF (Primitive) : 1. M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların çoğunlukla arkaik tarzda yapılmış resimlerine verilen ad. 2. Sanatta, kendini eğitmiş ve/ya resimlerinde sade bir üslup kullanan sanatçıların çalışmaları. 3. Afrika Zencileri, Okyanusya ve Amerikan Kızılderilileri'nin sanatı. Terim, bu anlamıyla üçüncü dünya ülkeleri sanatını aşağılayıcı bir niteliğe sahiptir.
PRİMİTİVİZM (Primitivism) : 1. İçinde primitif öğeler taşıyan sanat. 2. Rusya'da 1905 ile 1920 arasında gelişen, kübizm ve fütürizm düşüncesi ile Rus halk sanatının etkisinde gelişen sanat hareketi. Larinov, Goncharova ve Malevich'in ilk dönem çalışmaları örnek gösterilebilir.
PROFİL : Birşeyin yalnız yan taraftan bakıldığında görünen ve resmedilen şekli. Karşıdan görünüş şekline de cephe denir.
PROPORSİYON : Oran, nispet. Bir parçanın diğer parçaya ya da bütüne olan bağlantısı.
PROTOTİP : İlk örnek, model.
PÜRİZM : Arıtmacılık.
-Q
QUADRATURA (Quadratura) : Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yeraldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır.
-R
RAKURSİ : Nesnelere üstten yandan veya alttan bakış açısına göre oluşan ve nesneyi kısa veya daha uzun, büyük gösteren görünüş, Öndeki bölümlerin büyük,Uzaklaşan bölümlerin ise daha kısa ve dar görünmesi.
RASYONEL : Akla, mantığa dayanan kullanışlı.
READY-MADE (İngilizce) : Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı'nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir.
RENK (Color) : Üç temel renk vardır : kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır.
RENK (Hue) : Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak değinilirken kullanılır.
RESİM DÜZLEMİ (Picture Plane) : Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizm'in başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, "gördüğü biçimde" resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa, diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında "resmetmenin aracı" olan resim düzlemi, diğer toplumlar için "resmin amacı" dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır.
RESİMSİ (Painterly) : İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim. Almanca olan özgün biçimi "malerisch"tir. Rönesans'ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok'ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık - gölge düzeni betiyi vareden ana ögelerdir. Bu resmetme anlayışı "resimsi" olarak nitelenir.
RETROSPEKTİF (Retrospective) : Retrospektif, "geriye bakış" anlamına gelir. "Retrospektif Sergiler" ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir.
RİTM (Rhythm) : Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler.
RİTİM : Bir bütünü oluşturan, birbirine bağlı parçaların tekrarının sürekliliği.
ROKOKO : Barok anlayışının en son sureci içerisinde duyarlılık üst düzeye cıkmış ve bu süreç barok sanattan farklı özellikler göstermeye başlamıştır. Bu surece Rokoko adı verilir.
ROMAN SANATI : Latin ülkelerinde 5. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar devam eden ve Gotik Sanatı'ndan önce gelen sanat stilidir.
RÖNESANS SANATI : Avrupa’da 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılı kapsayan bir bilim ve sanat dönemi.
RÖLYEF : Kabartma.
RÖPRODÜKSİYON (Reproduction) : Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yeniden üretilmesidir.
RÖTUŞ : Eser üzerinde sonradan yapılan düzeltmeler.
-S, -Ş
SALON (Salon; Room) : Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre'daki Apollon Salonu'nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737'den Fransız Devrimi'ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863'te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon'un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881'de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir.
SANAT : İnsanların, doğa karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi araçlarla güzel ve etkili bir biçimde, kişisel bir üslupla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir.
SANATÇI : Sanat eseri üreten kişi / Yaratıcı eylemin estetik değerlendirmeye, düş gücüne ve özgünlüğe bağımlı olduğu bir sanatı uygulamakta özel bir yeteneği olan kişi.
SANATTA DİSİPLİNLERARASILIK : Bir sanat çalışmasında sanat alanları ile sanat dışı alanlar arasında ilişki kurmaktır.
SANAT DÜNYASI : Sanat kuramcısı Arthur Danto'nun 1964'te öne sürdüğü, daha sonraki yıllarda George Dickie tarafından geliştirilmiş; bir şeyin sanat eseri olarak kabul edilmesi için kendi içindeki özellikler dışında doğrudan bağlı olduğu düşünülen sosyal şebeke, ağ.
Birçok diğer ortam gibi sanatın da üretimi ve algılanması sosyal, kültürel ve ekonomik bir ağ içerisinde gerçekleşir. Bu ağın anahtar düğümlerinde sanat üretimi, sanat sunumu, sanat değerlendirmesi ve sanat satışının yer aldığı söylenebilir. Çok farklı şekillerde ve farklı amaçlarla üretilebilen sanat bu ağ sayesinde aynı ekonomiyi paylaşır. Kurumsal sanat teorisine göre bu ağın dışında sanat varolamaz. Sanat dünyasının işlevi, moda sistemine benzer bir sistem içinde, sanat olan ve olmayan arasındaki ikililiği sürekli yenileyerek tekrardan tanımlamak olarak görülebilir.
SANAT ESERİ : Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir.
SANATKAR : Bir işi ustalıkla yapar.
SANATSAL : Sanata ilişkin, sanatla ilgili.
SANAYİ DEVRİMİ : Yeni buluşların üretime uygulanması ve bunların en önemlisi olan buhar gücü ile çalışan makine, makineleşmiş endüstriyi doğurmuş ve bu da Avrupa’da sermaye birikimini arttırmıştır. İşte buna “Sanayi Devrimi” denilmektedir.
SANAYİ NEFİSE MEKTEBİ : 1881'de kurulan Güzel Sanatlar Akademisi.
SARAÇLIK : Koşum takımlarının yapımı, tamiri. Süsleme işlerine saraçlık denilmektedir.
SATİRİK : Hiciv niteliği taşıyan anlamına gelir
SATURASYON : Renklerin saflık derecelerini belirlemek için kullanılır.
SAVAT : Metal yüzey, özelliklede, gümüş üzerinde derin olmayan oyuklar açılıp içine siyah renkli bir eriyik doldurularak yapılan bezemedir.
SEMANTİK : (anlambilim) Soyut göstergelerin ve gösterge sistemlerinin içerikleriyle ilgilenir. Bu terim, felsefe, psikoloji, matematik, filoloji vb. de kullanılmaktadır.
SEMİOTİK : Dinsel resim ve göstergelerin genel sistemidir. Dört şekli vardır. 1.Sentaks(söz dizimi) göstergeler arsındaki bağlantılarla ilgilidir.2.Semantik(anlambilim) göstergelerle anlamları arasındaki bağlantılarla ilgilidir.3. Pragmatik yönü, kişisel üslup göstergelerle yaratıcıları, göndericileri ve alıcıları arasındaki bağlantılarla ilgilidir. 4. Sigmatik, göstergelerle bunların gösterdikleri arasındaki bağlantıları içerir.
SENKRONİZASYON : Deklanşöre basılmasıyla, flaşın patlaması ve obtüratörün açılıp kapanarak çekim işleminin aynı anda sağlanması, çakışmasına denir.
SENTEZ : Çeşitli bölüm parça ve farklı öğelerin bir araya getirilmesi ile oluşan farklı bir bütün. / Bir araya getirme ve ayrıştırma.
SERİGRAFİ : ipek Baskı ve Şablon baskı adlarıyla da anılan bu teknik Çin’de ve Japonya’da yüzyıllar önce kumaşlara baskı yapmak için kullanılmıştır. Bir çerçeveye ipek, sentetik iplik veya bronz telden ince bir dokuma gerilerek elde edilen eleğin basılmayacak yeri kapatılır. Oluşan kalıp kağıt üzerine oturtulur ve eleğin içine konan baskı boyasının sıyrılarak alttaki kağıda geçmesiyle baskı elde edilir. / Özel dokulu İpekli bir kumaş kullanılarak özgün baskılar yapma işlemi.
SERAMİK : Çini / Keramik / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı çömlek üretme sanatı. / Hammaddesi kil olan elde kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş ve fırınlanmış her tür eşya.
SFENKS : Başı ve gövdesi farklı yaratıklar biçiminde betimlenmiş düşsel yaratık betisi.
SFUMATO TEKNİĞİ : Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır.
SHADE (İngilizce) : Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge "shade" denir.
SICAK (Warm) RENKLER : 1- Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler. 2- Renk çemberinde dalga boyu yüksek olan renklere "sıcak" renkler adı verilir.
SİLUET : Bir cismin leke biçimindeki görünümü.
SİNKRETİZM (Syncrethism) : (1) Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. (2) Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu.
SİMETRİ, ASİMETRİ (Symmetry, Asymmetry) : Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eşdeş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eş deş olmadığı bir düzenlemedir.
SOĞUK (Cool) RENKLER : 1- Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha "cool" yapılabilir. 2- Renk çemberinde dalga boyları düşük olan renklere "soğuk" renkler denir.
SOYUT : Bütünün niteliğini dile getiren somutun zıddı olan soyut; soyutlanmış olanın, niteliğini ifade eder.
SOMUT SANAT : Geometrik bir kompozisyon anlayışını anlatmaktadır. 1930'larda konstrüktivistleri, ve De Stijl akımını anlatmak için kullanılır.
SOSYAL REALİZM : Toplumsal gerçekçilik.
SOYUT EKPRESYONİZM : Anlık kararlara dayanan bir eğilim.
SOYUT SANAT : Soyut sanat genel anlamıyla doğada varolan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir. Nonfigüratif sanat terimi ile değişmeli olarak kullanılır. 20. yüzyıl başında bu terim, gerçek biçimleri sadeleştirilmiş veya değiştirilmiş halleriyle imgelere indirgeyen Kübist ve Fütürist sanatı tanımlamak için de kullanılmıştır.
SPATULA : İspaula / Bir yüzeye boya, macun, alçı sürmek ve bunları ezerek yaymak amacıyla kullanılan enli ve çelik ağızlı ve tahta saplı alet.
STİL : Üslup.
STİLİZASYON : Herhangi bir sanat dalında biçimlerin bazı niteliklerini öne çıkarmak amacıyla vurgulamak, yalınlaştırmak ve yinelemekten doğan çok belirgin üslupsal bir abartma şekli.
STİLİZE : Özelliğini bozmadan basitleştirilerek yapılan resim ya da motif.
STRÜKTÜR : Bir nesneyi ya da yapıyı ayakta tutan taşıyıcı sistem / Yapı.
SÜRREALİZM : İnsanın bilinç altındaki ve rüyalarındaki dünyasını açığa vurması. Gerçeküstücülük.
ŞASİ : Tuvali bezinin üzerine gerildiği ahşap çerçeve.
ŞİDDET : Bir renkte bulunan ışığın cinsidir.
ŞÖVALE : Üstünde tuval yada benzeri taşınabilir resimlerin yapıldığı dayanak.
ŞÖVALE RESMİ (Easel Painting) : Şövale üzerinde yapılan ve taşınabilir boyuttaki küçük yağlıboya resim. 17. yy'da burjuvazinin gelişimi sonucunda yaygınlaşmış ve resmin evlere girmesine olanak vermiştir. Önceki dönemin dinsel konulara ağırlık veren büyük boyutlu resim yapıtlarına karşıt bir din dışı sanat anlayışının doğuşuyla eş zamanlı olarak belirmiştir.
-T
TASARIM : İnsanın merkezi sinir sistemi yoluyla nesnel gerçekliği düşünsel olarak yansıtılmasının bir biçimi.
TASLAK : Eskiz / Resim, heykel ve mimarlıkta yapıtın ölçeğini, kompozisyonunu ya da ışık etkileri gibi öğeleri belirleme amacı ile yapılan şematik nitelikli çizimi. /Tasarlanan ve planlanan ön çalışma.
TAŞİZM : Lekecilik.
TEKNOLOJİ DEVRİMİ : 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan endüstriyel gelişme
TELKARİ : İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir.
TEMPERA (İngilizce) : Boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü ve bu boya kullanılarak yapılmış resim. Tempera Ortaçağ'da sık kullanılmış, 15. yy'dan sonra yağlıboya resmin gelişmiyle birlikte ortadan kalkmıştır.
TERRACOTTA (İngilizce) : Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler.
TERS PERSPEKTİF (False Perspective) : Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı'da Rönesans'la birlikte ortadan kalkar.
TEZYİNAT : Süsleme, bir şeyi güzel göstermek için üzerine yapılan şekiller.
TINT (İngilizce) : Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir "tint"tir.
TİPOGRAFİK BASKI : Tipografik baskı tekniğinde; fotoğraf, illüstrasyon, yazı, sembol vb. görsel unsurlar için "klişe" adı verilen ve genellikle çinko, magnezyum ya da bakırdan üretilen kalıplar kullanılır.
TİFDRUK BASKI : Özgün baskı resim tekniklerinden biri olan gravürün ticari biçimidir.
TİPOLOJİ (Typology) : Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek ögelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna'larının bir tipolojisi yapılacabileceği gibi, mimarklıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir.
TON (Tone) : Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir.
TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM (Context) : Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir.
TOPOGRAFİK SANAT (Topgraphical Art) : Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960'larda beliren topografik sanat, özellikle ABD'de izleyiciler bulmuştur.
TOPRAK BOYA (Earth Colour) : Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır.
TORSO (İngilizce) : Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli.
TRANSFORMASYON : Bir şeyin biçimini ya da görünüşünü değiştirme.
TRİPTİK (Triptich) : Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yeralmış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir.
TROMPE-L' OEIL : Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l' oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır.
TUŞ (Touche) : Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların farkedilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm'dir.
TUVAL : Üzerine resim yapılan beyaz plastik boyayla boyanmış ve tahta çerçeveye gerilmiş kumaş v.b.
-U, -Ü
UFUK ÇİZGİSİ : Perspektifte göz hizası çizgisi. Kaçar noktaların üzerinde yer aldığı varsayılan hayali çizgi.
URNA (İngilizce) : Antik Roma'da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır.
UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA (Process) : Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri.
UYUM (Harmony) : Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky'e göre : "Armoni, kompozisyondur." Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir.
ÜSLUP : Stil -Tarz / Bir sanat ürününün belli bir sanatçıya, guruba, akıma, okula, döneme ya da yöreye özgü özellikleri barındırması. / Bir devrin, bir sanatçının kendine özgü sanatsal karakteristik özellikleri. / Biçem.
-V
VALÖR (Valeur, Değer) : Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir.
VANİTAS : Boş,beyhude anlamına gelen vanitas; hırıstiyan dunyasında, 16.-17. yuzyıllarda etkili olan bir resim stilidir.. bu stildeki resimler,başta yatak odaları olmak üzere evlerin çeşitli odalarına asılırlardı.. resimlerin özelliği, genellikle bir masa üzerinde zıtlıklar barındıran objelerin resmedilmiş olmasıydı..örnek olarak; masanın üstünde bir yandan çiçekler, paralar gibi dünyeviliği,geçiciliği vurgulayan objeler resmedilmişken, hemen yanında kum saati olsun, kafatası olsun ölümü hatırlatan simggeler bulunmaktaydı.. böylece memento mori geleneği uygulanmakta, yani ölümü hatırlatarak insanları dogru yola cagırma amacına hizmet edilmekteydi..
Vanitas'larda yer alan bazı sembollerin anlamları:
krallık tacı - gümüş kase : ruhsal boşluk
kanatlı kum saati - kapaklı boyun saati - söndürülmüş şamdan : zamanın akışı
küre : dünyanın ve dünyevi gücün sembolü
çarmıhta isa ve onun üzerinde duran tesbih : dua ile ilgili birer anımsatma işareti
kurukafa : fanilik
kurukafanın üzerinde duran mısır püskülü ve sarmaşıktan örülü taç : yeniden diriliş ve sonsuz yaşam
örümcek : narinlik
yılan ve kertenkelenin kurukafa ile yanyana olması : insanlığın yolundan çıkması
kara sinek : günah
yanan mum : isa'nın karanlığı dağıtan sembolü
çiçek buketleri : genel olarak fanilik anlamını taşır
boş şey beya boşluk sözcüklerinin karşılığıdır. insanın ölümlüüğünü ve bütün dünyasal zevklerin ve başarıların geçiciliğini simgeleyen nesnelerin yer aldığı ölü bir doğa resmidir. özellikle 17. yüzyıl hollanda ve ispanya sanatında populerdi.
VEDUTA : İtalyanca'da "görünüm" anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, "veduta ideata" ya da "capriccio" olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya'da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan CANALETTO, Venedik'in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco GUARDİ, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto'dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941'de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma'yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto'nun "Düklük Sarayı"yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow'un Londra'daki St. Paul Katedrali, Venedik'teki "Büyük Kanal'la Birlikte" adlı yapıtı sayılabilir.
VERNİK : Bir yüzeyi parlatmak için üzerine sürülen cila suyu. Vernik, ispirto ve terebentin ruhu içinde reçineli maddelerin eritilmesi ile elde edilir.
VİTRAY : Cam süsleme sanatı / Renkli camların bir kompozisyon oluşturacak biçimde kurşun şeritler aracılığı ile bir araya getirilmesi ile oluşan resim ya da bezeme türüdür.
VİZÖR : Fotoğraf makinesini konuya yöneltmeye, konuyu çerçevelemeye, netleştirmeye, çekimin sağlıklı bir şekilde gözle kontrol edilmesini sağlayan mekanizma.
-Y
YALAMA RESİM : Kurşun kalem ya da kömür kalemle yapılan resimler üzerine sulandırılmış çini mürekkebi ile açık-koyu değerler koyma tekniğidir.
YANILSAMA (Illusion) : Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yer alan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal öğelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında "yeniden üretilmesi" demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık - gölge ve modle gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez.
YARATICILIK : Özgün buluşlar ortaya koyma becerisi.
YONTMA TAŞ ALETLERİ : Prehistorik çağda insanların günlük etkinliklerini sürdürebilmek için taşları yontarak yaptıkları aletlerdir.
YONTU : Taş,tunç,mermer,kil,alçı gibi maddelerin yontularak kalıba dökülerek ya da yoğrulup pişirilerek ve buna benzer diğer yöntemlerle oluşturulan yapıt. Heykel.
-Z
ZEMİN : Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin BOYA'ya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. ASTAR'la karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini'ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy'da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı "De coloribus et artibus romanorum" (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya'da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso'ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy'da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy 'da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; bir çok sanatçı zemin üstüne "imprimatura" olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir.
ZIH : Şekillerin kenarlarına çekilen çizgi.
Hiç yorum yok