Egzistansiyalizm
Egzistansiyalizm
Egzistansiyalizm psikolojik ve kültürel hareketlerin, bireysel deneyimlerle birlikte hayat bulacağını savunan bir felsefi akımdır. Egzistansiyalizmi Türkçe'de "varoşçuluk" sözcüğü karşılar.
Egzistansiyalizme göre, insan kendi değerlerini kendisi oluşturur, geleceğini de yine kendisi belirler ve kurabilir. Bu felsefe, erdemlilik ve bilimsel düşüncenin tek başına insanın var oluşunu açıklayamayacağını söyler. Bu felsefeye göre, varlık ve seçimler kişinin özünden çok önce gelir.
Descartes’in meşhur “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü, egzistansiyalistler tarafından tersine döndürülmüştür. Çünkü egzistansiyalizme göre insan düşündüğü için var olmaz; aksine, var olduğu için düşünebiliyordur. Dolayısıyla, insanın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir engel yoktur. İnsan en değerlidir. İnsana yapılan haksızlıklardan da tüm diğer insanlar da sorumludur. Bu anlamda, egzistansiyalizm toplumcu bir bakış açısı taşır.
19. yüzyılın sonlarına doğru, sistematik felsefeye bir tepki olarak Fransa’da doğan felsefe, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bilinirlik kazanmıştır. Bu akım, felsefeyle birlikte, teoloji, tiyatro, resim, edebiyat ve psikolojiyi de etkilemiştir.
Egzistansiyalizm, Jean-Paul Sartre'ın askere giden bir gençten söz ettiği hikayesinden çok kısa ve basit bir şekilde anlaşılabilir. Bu hikayede, genç bir adam savaş zamanı askere çağrılır. Genç adamın, hasta ve yatalak bir annesi vardır. Bu durumda, adamın yapacağı seçim, o adamın özünden ve benliğinden önce gelecektir. Yani, genç adam anne sevgisiyle dolup taştığı için evde kalacak veyahut, ülke sevgisiyle dolu olduğundan askere gidecek değildir. Genç adam, askere gitmeyi tercih ederse vatanperver olacaktır, annesi ile kalmayı tercih ederse de anne sevgisi ile dolu biri olacaktır. Yani, kişiliği öz değil eylemler ve özgür seçimler belirler. Varlığın özden önce gelmesi durumu da bundan ibarettir.
Sartre'ın bu kavramı somutlaştırarak anlatmak için verdiği bir anlatı daha vardır. Kişi öncelikle, zarf açmak için kullanılan bir kağıt bıçağı hayal eder. Bıçağı, kağıt bıçağının nasıl olması gerektiğini bilen, onu nasıl üreteceği hakkında da bilgi sahibi olan bir zanaatkar üretmiştir. Bıçak, hem kağıt kesecek kadar keskin olmalıdır hem de kimseye zarar vermeyecek kadar kör. Üretildiği madde bir kağıt bıçağına uygun olmalı, bıçak kolay kavranan ve işlevsel bir alet olmalıdır. İşte Jean-Paul Sartre, onu yapan zanaatkar ne işe yarayacağını bilmiyorsa, bir kağıt bıçağının var olmasının mümkün olmadığını söyler. Bu sebeple, kağıt bıçağını bir testereden veyahut bir masadan farklı yapan ve kendisi olmasını sağlayan şey özüdür. Yani bu durumda, kağıt bıçağı özelinde, öz, kağıt bıçağının varoluşundan önce gelir. Ancak, insanlar kağıt bıçağı değildir. Mevcutturlar ancak bu kağıt bıçağı gibi bir amaçları olduğundan değildir; varoluşları özlerinden önce geldiğindendir.
Egzistansiyalizmin Özellikleri Nelerdir?
Egzistansiyalizm, felsefecilerin kendilerine şu soruları sormasıyla başlamıştır:
- Ben kimim?
- Bir birey olarak benim var oluşumun anlamı bana göre nedir?
Bu sorulara verilen cevaplar da şöyledir:
- Beni ben yapan, verdiğim kararlarımdır.
- Beni ben yapan, kendi benliğimiz aldığım kararlardır. Bu çok özel benlik, dünyaya yalnızca bir kez gelir. Bu benlik, benden başka kimsenin olmayacağı ve olamayacağını olmak, yapmayacağı ve yapamayacağını yapmak gücüdür.
Egzistansiyalizm temelde beş fikri savunur. Bu fikirler şunlardır:
- Varoluş daima tektir ve bireyseldir. Bu fikir, bilinç, tin, akıl ve düşünceye öncelik tanımış idealist felsefenin tam karşıtıdır.
- Varoluş, varoluş sorununu kendi içinde barındırır. Dolayısıyla, varoluş varlığın anlamını araştırmalıdır. Zaten varoluşun içinde bu araştırma da mevcuttur.
- Varoluş, bir opsiyonlar bütünüdür. İnsan kendisi için, kendi kendine, bu opsiyonlardan bir tanesini seçebilir. İnsan kendisini sorgulamalı ve kendi geleceğini kendisi biçimlendirmelidir. Bu fikir de determinizm ve nedensellik kavramlarının karşıtıdır.
- İnsanın karşısındaki opsiyonlar, o insanın diğer insanlarla ve objelerle ilişkilerinden kaynaklanır ve oluşur. Bu sebeple, varoluş daima bir dünyada var olma durumudur. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, insan daima seçimini sınırlayan ve hatta onu koşullandıran somut ve tarihsel bir durumun içindedir.
- İnsan kendini ve özünü bulup keşfetmelidir. Hiçbir şey ya da hiçbir kimse, insanı kendinden, yani kendi benliğinden koruyup kurtaramaz. İnsan özgürlüğü her şeyden önemlidir. İnsan, özgür olmaya mahkumdur. Varoluşsal özgürlük, hiçbir dış etkenle veya hiçbir dış etken tarafından kısıtlanamaz.
Egzistansiyalizmde, "varoluş özden önce gelir." önermesi mevcuttur. Felsefenin temeli olarak kabul edilen bu önerme, bireysel anlayışın en mana dolu bütünüdür. Kişinin varoluşu dışında gelişen bireysel yapı "öteki"dir. Bağımsız edimler ve sorumluluk bilincini de içini alarak bu yapı varoluşu tanımlar. Kendilerine biçilen etiketler, roller, ön yargı dolu kalıplaşmış davranışlar ve belli başlı tanımlar insanlar için toplumsal bir maskeden başka bir şey değildir. Böylesi bir ortamda, dışa vurulmakta zorluk çekilen temel "öz"dür. Bir insanın yaşamının ne olduğu ve nasıl açıklanması gerektiği bu gerçek "öz"ü oluşturur. İnsan, kendi değerine ve kendi yaşamına karar vermesi gereken, bunu yaparken tamamen kendi iradesini kullanan bir bireydir. Bu kavramları derli toplu bir biçimde ortaya koyan Jean-Paul Sartre'dır ancak bu görüşlerin temelini Kierkegaard ve Heidegger'in eserlerinde de görürüz.
Varoluşçu düşünürler, insanı tanımlayıp açıklarken şunları ölçüt alırlar:
- Bireysel hareket
- Bireyin kendi hareketi içindeki sorumlulukları
Jean-Paul Sartre'a göre, tüm var oluşun başlangıç noktası insandır. Eğer insan kendisi ile yüzleşirse, insanın içini dünyadaki varlık hissi kaplayacaktır. Sonrasında, birey bu algının içerisinde kendini de tanımlayacaktır. Kişi, zalim biri olmak yerine daha farklı pek çok opsiyondan birini seçebilir ve o yönde hareket etmeyi tercih edebilir. Burada mühim olan şudur; insanların iyi veya kötüyü seçmeleri ve iyi veya kötü olmayı tercih etmeleri için ellerinde zoraki bir esas olabilecek bir şey bulunmaz.
Varoluşçulara göre, absürt bulunan kavramlar, insanların o kavramlara verdiği anlamın ötesinde, dünyada mevcut olan başka bir anlama sahip değildir. Bu bir çeşit anlamsızlıktır ve dünyadaki "ahlaksızlık" veya "adaletsizlik" kavramlarını da kapsar. Bu durum, "iyi insanların başına asla kötü şeyler gelmez." şeklindeki karma felsefesine dayanan düşünce ile çelişir. Nitekim, dünyada ve algıda belirli bir paradigma içinde kendini gösteren iyilik veya kötülük yoktur. Bu yüzden, iyi bir insandan da söz edilemez. Ancak, diğerlerine göre daha iyi olan birinden bahsedilebilir.
Bu, anlam yitimi anlamına gelir. Dünyadaki anlam yitimi, herhangi bir vakitte, herhangi bir şey veya herhangi bir kimse için geçerli olabilir. Bu kaybolan gerçekliğin içinde kişi asla hesapta olmayan trajik bir hadiseyle karşılaşabilir. Absürdizm kavramı tarih boyunca önemli bir edebi yere sahip olmuştur. Kierkegaard, Kafka, Dostoyevski, Sartre ve Camus dahil pek çok yazar dünyada belirsizleşmiş gerçeği tanımlayan eserlere imza atmıştır.
Anlamsızlığın insan hayatında yıkıcı etkileri olduğu düşünülür. Zira Albert Camus, Sisifos Söyleni adlı kitabında yaşamın temel probleminin intihar olduğunu söylemiş ve bunu aynı zamanda felsefenin de tek önemli sorunu olduğunu dile getirmiştir. Bu fikre karşı olarak, insanın hayatında karşısına çıkan ve yıkıcı sonuçlara sahip olaylarla yüzleşmesi intiharla ilişkilendirilir. Varoluşçu düşünürlerin pek çok anlamlılık kavramının yıkıldığını ve bunun her şeyden tehlikeli ve korkunç olduğunu söylerler. Bu nedenle, varoluşçu düşüncenin temelinde olan anlamsızlık absürt bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Hayattaki her şeyin anlamlılığının çözülmesi ihtimali, varoluşçuluğun doğası itibariyle karşıt kabul edilebilecek kabulleniciliğe karşı bir tehdittir. İntihar ihtimalinin insanları varoluşçu yaptığı da söylenir.
Bir başka egzistansiyalizm kavramı olgusal gerçekliktir. Jean-Paul Sartre, bu kavramı varlık ve hiçlik kavramlarıyla açıklar. Olgusal gerçekliğe, insanın kendi öz varlığı dahil değildir.
Egzistansiyalizmin Temsilcileri Kimlerdir?
Varoluşçu düşünürler, stil ve içeriksellik açısından geleneksel sistematikçi felsefecilere ve akademik felsefecilere benzer. İki stil ve içerik de soyuttur. Ayrıca, insanın somut varlığından da çok uzaktır. Ayrıca varoluşçu felsefeciler, kullandıkları terimlerin akım içerisinde bir karmaşa doğurduğu ve felsefe içinde tutarlılığı sağlayamadıkları yönünde eleştirilirler.
Søren Kierkegaard'ın ilk varoluşçu filozof olduğu düşünülür. Kierkegaard, Hegelci ve Kantçı düşüncelere karşı, bireysel bir bakışa sahiptir. Kierkegaard'ın kurduğu sorumluluk temelli fikir, hayatın anlamına, tutkuya ve samimiyete dair çözümlemeler içerir. Bazı düşünürler, akımın temel taşlarını oturttuğu için Jean-Paul Sartre'yi de ilk varoluşçu kabul eder.
Bu felsefenin diğer mühim temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty'dir. Franz Kafka'nın Şato ve Dava isimli eserlerinde, insanın varoluşunu bir türlü erişilemeyen güvenli ve parlaklık bir gerçekliğin arayışı olarak nitelediği düşünülür. Çağdaş varoluşçuluk Jean-Paul Sartre'ın oyunlarında ve romanlarında da görülür. Bu örneklere, Andre Malraux, Simone de Beauvoir'in ve Albert Camus'nün eserleri de dahil edilebilir.
Hiç yorum yok