Deneycilik Nedir?
Empirizm (Deneycilik)
Empirizm, bilgilerimizin kaynağının yalnızca deney olduğunu savunan felsefi akımdır. Empirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha (Tabula Rasa) gibidir. Yani insanın doğuştan getirdiği hiçbir bilgi yoktur. İnsan zihni, sonradan deney yoluyla bilgi elde eder.
Empirizm, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler ya da bilgiler olmadığına inanır. Örneğin, özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi gibi mantık ilkeleri bile, Empirizme göre, sonradan deney yoluyla kazanılır. 17. yüzyılda, İngiltere'de ortaya çıkan empirizmin iki önemli temsilcisi vardır: John Locke ve David Hume.
(1) John Locke (1632-1704)
John Locke, empirizmin kurucusudur. Ona göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır.
Locke, iki tür deney olduğunu savunur.
(a) Dış deney : Bununla dış dünyadaki varlıklar beş duyu yoluyla denenir.
(b) İç deney (Refleksiyon) : Bununla da, insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır. İşte bu iki kaynaktan bütün idelerimiz (kavramlar, tasarımlar, algılar) meydana gelir.
Locke, tasarımların bir kısmının basit, bir kısmının bileşik olduğunu söyler. Basit idelerimiz (tasarım) bir kısmı ruha tek bir duyunun, bir kısmı da birkaç duyunun aracılığıyla ulaşırlar. Bileşik ideler, basit idelerin bir araya getirilmesinden, birleştirilmesinden meydana gelirler. Basit ideleri edinirken ruh pasiftir, bileşik ideleri meydana getirirken de aktiftir. Ruh, kendine özgü birtakım aktlerle (edimlerle) basit ideleri bir gereç olarak işleyip bileşik ideleri oluşturur. Locke'a göre insan zihninde bileşik idelerin dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır:
(a) Zihne gerekli tasarımları sağlayan algı
(b) Zihne giren tasarımları saklayan bellek,
(c) Tasarımları, birbirlerinden açıkça ayırt etme yetisi
(d) Birçok tasarım ve düşünceyi birbirleriyle karşılaştırma yetisi
(e) Birçok basit ideyi ve tasarımı birleştirme yetisi
(f) Benzer düşüncelerdeki ortak öğeyi bulup çıkarmayı sağlayan soyutlama yetisi
(b) Zihne giren tasarımları saklayan bellek,
(c) Tasarımları, birbirlerinden açıkça ayırt etme yetisi
(d) Birçok tasarım ve düşünceyi birbirleriyle karşılaştırma yetisi
(e) Birçok basit ideyi ve tasarımı birleştirme yetisi
(f) Benzer düşüncelerdeki ortak öğeyi bulup çıkarmayı sağlayan soyutlama yetisi
Bu şekilde, bu yetilerle, basit ideleri işleyip bileşik idelere ulaşılması sonucu elde edilen bilgiler üç çeşittir.
(1) Sezgisel bilgi : Bu bilgi ile insan, kendi varlığının bilgisine sahip olur. Sezgisel bilgi, sağlam ve kesin bir bilgidir.
(2) Duyusal bilgi : Bu bilgiyle insan, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olur. Fakat bu bilgi kesin bir bilgi olamaz.
(3) Tanıtlayıcı bilgi : Bu bilgi türüyle de insan, Tanrının var olduğunu kanıtlar.
(2) David Hume (1711-1776)
Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Algı ise dikkati bir şeye yöneltmek suretiyle o şeyin bilincine varma olarak tanımlanabilir. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar;
(a) İzlenimler
(b) İdeler yani kavramlar ve düşüncelerdir.
Buna göre, zihinde bulunan her şeyi, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın beş duyu yoluyla algılanması vardır. Hume'a göre, algının sonucunda oluşmuş idelerde ve düşüncelerde belli özellikler bulunduğu zaman, bunlar birbirleriyle birleştirilir. Böyle bir birleştirme faaliyetinin sonucunda ise daha karmaşık düşünceler ve bilgi ortaya çıkar.
Hume'a göre, düşüncelerimizin birbirleriyle birleştirilmesine yol açan özellikler üç tanedir.
(1) Benzerlik : Bir resim bizi resmi yapılan konu üzerinde düşünmeye sevk eder.
(2) Süreklilik : Bir binadaki, bir daireden söz edilmesi, bize başka daireleri düşündürür.
(3) Neden-sonuç bağlantısı : Buna göre de bir yara üzerinde düşünme, bize yaranın ardından gelecek acıyı hissettirir.
Bütün bilgilerimiz, özellikle de dış dünyaya ilişkin, bilimsel bilgilerimiz nedensellik ilkesine dayandığından, bunlardan neden-sonuç bağlantısı önem taşır. Fakat Hume, nedensellik ilkesinin bilinemeyeceğini ve temellendirilemeyeceğini söyleyerek bilimsel bilgiye bir eleştiri getirmiştir.
Hume'a göre doğada, olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisi bir zorunluluk değil alışkanlıktır. Nedensellik düşüncesi, deneyimlerimizin sonucu olan bir düşüncedir. Biz her zaman bir nedenin ardından beli bir sonucu görmeye alışmışızdır. Örneğin, suyu her defasında ateşe koyduğumuzda kaynadığını görmüş ve buna alışmışızdır ve bu yüzden "Su ateşte kaynar" deriz. Ya da bugüne kadar gördüğümüz bütün kargaların siyah olması nedeniyle "Bütün kargalar siyahtır." deriz. Ama bu ileride siyah olmayan karga göremeyeceğiz anlamına gelmez. Çünkü sonsuz sayıda kargaları gözlemlemiş değilizdir.
Hiç yorum yok